Can ve Erdem’in tahliyesine sevincimiz kursağımızda kaldı, hemen ardından, onların haberini vermekte olduğu bir sırada, İMC TV’yi susturdular. Peki, nereye kadar? Bana sorarsanız sonuna kadar, yoldaki işaretler öyle gösteriyor, artık o son ne ise...
Cumhurbaşkanı, pazar sabahı, Nijerya’ya seyahati öncesi basın toplantısında, yoldaki işaretlere bir yenisini ekledi; Can ve Dündar’ın davasının gazetecilik değil, “casusluk” meselesi olduğunu tekrarladı. Ardından da, Anayasa Mahkemesi’nin kararına “uymayacağını ve saygı duymadığını” söyledi. Yaptığı açıklamanın siyasi krizi derinleştirme mahiyeti taşımasından hiç de rahatsız görünmüyordu, zira, ardından alaycı bir gülümseme ile yola çıkarken şimdi “ortalık çalkalanacak” demeyi ihmal etmedi. Yani Cumhurbaşkanımız, birkaç günlüğüne geride bıraktığı ülkesinde “ortalığın çalkalanması”nı mahsurlu bulmuyor, tam tersine gündeme bomba gibi düşecek açıklamalarından dolayı memnun görünüyordu. İşte böyle bir ülkede yaşıyoruz.

Giderek büyüyen dalga

Aynı basın toplantısında, “İstihbarat örgütlerinin adeta sınırsız yetkileri vardır” açıklaması da yoldaki başka bir ürkütücü işaret oldu. Zaten devlet gücünü eline geçirenin sınır tanımadığını görüyor, yaşıyoruz. Bu sadece, Cumhurbaşkanı’nın değil, ‘Yeni Türkiye’nin siyasi anlayışı, iktidar partisinde siyaset yapanlar da, seçmeni de, böylesi bir anlayışı sorunlu bulmuyor. Dahası “bütün güçler tek parti ve tek lider’e” rejimini demokrasiye, güçler ayrımına, şeffaflığa, hesap verebilirliğe tercih eden bir dalga giderek büyüyor, böyle giderse de önüne çıkan her şeyi ezip geçecek. Artık her şey bu kadar açık ve net.
Bu ülkede yaşayan herkesten, iktidar ve Başbakan’ın deyimi ile onun “efsanevi liderine” koşulsuz sadakat, olmadı korkak bir sessizlik bekleniyor, olmadı ya zindan ya kapı gösteriliyor. Bırakın dış politikayı sorgulamayı, iktidarı eleştirmeyi, Cumhurbaşkanı’na kem gözle baktığı intibası vermeyi, Cerattepe’de maden izni verilen milletin anasına kastedenleri içinize sindiremiyorsanız, casus, “etki casusu”, vatan düşmanı, hain, hepsi sizsiniz. Cumhurbaşkanı’nın Anayasa Mahkemesi’nin kararına uymayacağını açıkça söylediği yerde tutunacak dal yok, nerede ne hakkı arayacaksınız? Zaten zamanı gelecek, gerekirse Anayasa Mahkemesi diye bir şey de kalmayacak, yerini, artık adı “Yeni Türkiye Yüksek Adalet Divanı” gibi bir şey olan bir yeni kuruma bırakacak. Gidişat bu, yoldaki işaretler bu istikamette.

İş bağlama peşindekiler

Hal bu iken, büyük, orta, küçük çıkar sahipleri hâlâ iş bağlama peşinde. Büyük, en büyük sermaye çevresi için iş kolay, her ülkede, her devirde onlar herkes ile uzlaşır, ayrıcalıklarına halel gelmediği sürece, kendi hayatlarını yaşarlar veya öyle olacağını sanırlar. Diğer bazısı, demokrasicilik oyununun sonu görününce “özgürlükler ülkelerine” göç etmenin yolunu gözlerler, herkes bir yana savrulur, işte bir ülke böyle uçuruma yuvarlanır. Hem bir de, gelen dalga altında ne burada tutunma, ne de gitme şansı olmayanlar var, onlara borcumuz ne olacak? Tam da (siyasi açıdan yollarımızın hiç kesişmeyeceği, ama büyük bir şair olarak sözleri hep kulaklarımızda çınlayacak olan) İsmet Özel’in deyimi ile “Toparlanın gitmiyoruz” deme zamanı. Unutmayın, kaderini, ülkesinin, oranın insanlarının kaderinden ayırma çabası, bir bencillik sıtması değilse, mahsun bir yolculuktur. Bu yolculuğa aklı yatanlar, iyi düşünmeli, o mahsun yolculuğun sonu mutlu bir son değildir. Ben, ülkesinden ayrılmak durumunda kalan çok insan tanıdım, sadece bizim siyasi mülteciler değil, zengin İranlılar, Londra’da dahi kral gibi yaşayan Lübnanlılar ve pek çok başkası... Halleri benim için en büyük kâbus oldu.

Ne yapıp edelim, toparlanıp gitmeyelim, küsüp vazgeçmek olmaz, burası sadece bizi düşman ilan edenlerin değil, bizim de ülkemiz, kimsenin bizi sürgün etmeye hakkı yok, olmamalı.

NURAY MERT - CUMHURİYET
Daha yeni Daha eski