"Ezcümle çok bilindik bir oyun oynuyorsunuz sayın Margulies, olandan olmayanı, olmayandan olanı çıkarıyorsunuz! Sloganı idam olan, “erkek” bir kitlenin teslim olmuş kelepçeli insanlara uyguladıkları işkenceyi görmüyorsunuz ama evlerinde gelişmeleri kaygıyla izleyen, elbette homojen olmayan, elbette içinde Atatürkçülerin de, Kürt düşmanlarının da, Ordu taraftarlarının da bulunduğu ama en nihayetinde ne sivil ölümlere sevinen ne de meydanlara çıkıp darbe sloganları atan bir kitleyi kötülüğe mahkum ediyorsunuz! Kitlelerin içinde çalışan sosyalistleri bulundukları yerden kovup hiç oturmadığınız bir koltukta küstahça poz kesiyorsunuz!"


Çok bilindik bir oyun oynuyorsunuz sayın Margulies, olandan olmayanı, olmayandan olanı çıkarıyorsunuz! Kitlelerin içinde çalışan sosyalistleri bulundukları yerden kovup hiç oturmadığınız bir koltukta küstahça poz kesiyorsunuz! Zamanında Suriye ayaklanmalarından devrim çıkarırken ya da 12 Eylül referandumunu demokrasi hamlesi olarak görürken de aynı oyunu oynuyordunuz; o zaman şaşkınlık içerisinde izliyorduk, şimdi ne yapmaya çalıştığınızı biliyoruz!

Bir yazı baştan sona hem doğru hem yanlış olabilir mi? Pekâlâ olabilir, ama nasıl? Hiç değilse benim bildiğim iki yolu var bunun. Dil becerileriniz gelişmişse söylediğiniz her şey yanlış olmasına karşın bunlara bir doğruluk değeri kazandırabilirsiniz. İkincisi biraz daha çetrefilli, zira hem doğru hem yanlış olabilen bir argümanı, yalnızca yanlışı doğru gibi gösterme becerisiyle açıklamak o kadar kolay değil. Düşüncenin gerçeklikle ilişkisi üzerine düşünmeyi gerektiriyor. Düşünceyle gerçeklik arasındaki, teoriyle pratik arasındaki kadim bağı yalnızca beylik laflar üzerinden değil, düşünen özneyle düşünülen nesne arasındaki ilişkinin mahiyeti üzerinden düşündüğümüzde kendisini açığa serecek bir sorunla karşı karşıya kalıyoruz. Burada sorun gerçekliğe dair soyutlayıcı teorik teşebbüsün bir yalan makinesine dönüşmesinde. Ya da Marx’ın haklı beklentisinin aksine düşüncenin kendisini gerçekleştirmek için can atarken gerçekliğin düşünceye hiç de hevesli olmamasında. Bu iki kutbun birbirini tamamlaması gerektiğini söylerken Marx’ın neyi kast ettiğini etraflıca tartışmayacağım. Sadece 15 Temmuz’dan bugüne yaşananları göz önünde tutarken sosyalist sola getirilen bir eleştirinin neden yok hükmünde olduğunu göstermeye çalışacağım.

Bahsettiğim yazı Roni Margulies’e ait. Bıktıran bir tartışma bu artık farkındayım. DSİP eleştirisi üzerinden sosyalist solun bir kesiminin kendi siyasal programlarındaki, örgütlenme stratejilerindeki, eylem taktiklerindeki arızaları, açmazları ve hataları örtbas ettiklerini düşünüyorum. 12 Eylül referandumu sürecindeki siyasal performansının tarihe geçecek başarısızlığı, bütün olarak siyasal ideolojik paradigmasının iflası da göz önünde tutulduğunda DSİP kullanışlı düşman işlevi görüyor. Bu yüzdendir ki, bugüne kadar bu tartışmaya girmeye hiç hevesli olmadım. Hem siyasal iktidarla ve temsil ettiği kitleyle ilişkilenme biçimiyle tarih sahnesinde kuramsal ve pratik düzlemlerde defalarca haksız çıkmış bir hareketi eleştirmenin ne anlamı olabilir ki? Ya politik mastürbasyondur bunun adı ya da düpedüz ahmaklık!

Ne ki, bitmiyor bitmeyecek bu tartışma; zira özeleştiri, muhatabından değil ama kendine yönelik –tıpkı felsefi refleksiyon gibi– bir özeleştiri, bu topraklarda DSİP’in ve kadrolarının da sahip olduğu bir meziyet değil. Defalarca cereyan eden bir sahneyi izlemelerine rağmen hep aynı tuzakta tökezlemekte ısrar ediyorlar. Neyse lafı fazla dolandırmanın bir manası yok, yazmasaydık iyiydi ama başladık bir kere…

Margulies 19.07.2016 tarihinde marksist.org’da yayınlanan “Darbeyi Kimler Engelledi?” başlıklı yazısında kimi tespitlerde bulunuyor. Bu tespitlerin ana odağı, 15 Temmuz gecesi darbeyi protesto etmek ya da çok sevilen ifadeyle engellemek olan kalabalıklara yönelik küçümseyici tepkiler. Bu tepkilerin öznesi bilin bakalım kim? Elbette hem sağ hem sol Kemalistler! Ancak izin verirseniz acele etmeyelim, sırayla gidelim:

Margulies, Türkiye’nin hiçbir yerinde, toplumsal muhalefetin hiçbir unsuru, darbe girişiminin arkasında duran hiçbir kolektif eyleme imza atmamışken; yine bu unsurların her biri girişimi net bir şekilde karşısına alan açıklamalar yayımlamışken “Yaşasın, darbe oluyor, şanlı ordumuz bizi Tayyip’ten kurtarıyor” seslerini duymak için elinden geleni yapıyor. Söylenmiştir ya da hiç değilse düşünülmüştür diyor. Argümanlarına delil olacak olgusal malzemeyi de darbe protestosu için 15 Temmuz akşamında ve sonraki günlerde meydanlara inen kitlelere yönelik verilen tepkilerden topluyor. Darbeseverlerin –enteresan bir adlandırma– darbe girişiminin daha baştan başarısız olacağını düşündükleri için tepkilerini yüksek sesle dile getirmediklerini eklemeyi de ihmal etmiyor.
Margulies darbe girişimi sonrasında gelen tepkilerin darbenin gerçekleşmemiş olmasından duyulan hayal kırıklığıyla eziyet edilen askerlere yönelik duygusal bir “ağlaşma”ya tercüme olduğunu söylüyor.
Askerlere çiçek vermek yerine, toplu şekilde onları kayışla dövmenin, linç etmenin gayet makul bir reaksiyon olduğunu düşünen Margulies niyeti baştan tespit etmiş: “Madem darbecileri övemiyorsun, bari darbeyi engelleyenleri yerin dibine sok, değil mi?”
Sonra? Sonrası, siyaset bilimi tarihine geçecek, neredeyse Marx’ın 18 Brumaire’inin tahtını sarsacak (!) tespitler, soyutlamalar ve genellemeler… Önce kitleyi koyun sürüsü gibi gören Sol ve Sağ Kemalistler; ardından bu kitlelerden duyulan yersiz korku; nihayet sosyalist strateji için bir yol haritası: Bu yanlışlara düşmemek için kitlelerin içerisinde olmak gerekir! Bu da kitlelerin dışında durup burun kıvıranların kulağına küpe olmalıymış. Evet bence de olmalı; her kim kitlelerin dışında duruyorsa, Margulies’in dediklerini zihinlerine kazınıncaya kadar tekrar etmeli! Neden mi? Çünkü meydanlara inen kitle, gerici değildir; haklarının bilincindedir; darbenin anlamını kavramıştır; kendini savunmaktadır! Binlerce yıllık mantık tarihi ışığında buradan çıkacak zorunlu sonucu hâlâ göremiyor musunuz? Marguiles söylesin o halde: Kitleler haklıdır! Ey sosyalist örgütler, bu yüzden kitlenin bir parçası olmalı, onun içinde hareket etmeli, onunla birlikte tartışmalısınız! Tıpkı Roni Margulies gibi! Ancak böyle sosyalist olabilirsiniz! Tıpkı Margulies gibi!

Ama durun bir dakika acele etmeyelim, birkaç soru soralım ama sondan başlayalım takip etmesi kolay olsun: Bu sosyalist adını almaya layık olmayan sol örgütler gerçekten de kitlelere bu kadar mesafeliler mi? Ya da tersinden soralım, Margulies, kitlelerin ne kadar içinde? Çok basit bir soru bu. Kitlelere burun kıvırmakla yaftalanan örgütlerin bu kitlelerin ağırlıklı olduğu bölgelerde kaç fabrika çalışması, kaç kurumsallaşmış mahalle faaliyeti, kaç alternatif eğitim girişimi olduğuna bakarsınız bir de Margulies’in ve kendisini ait hissettiği DSİP’in hangi fabrikada, hangi mahallede, hangi okulda bulunduğuna; kısacası darbeye karşı duruşlarını ayakta alkışladığı kitlenin neresinde nasıl konumlandıklarına, hangi kitle çalışmalarını yürüttüklerine bakarsanız olur biter…

Kamuya açık bir yazı yazdığınıza ve ben de bu kamunun bir parçası olduğuma göre size aynı yöntemle soruyorum sayın Margulies: Bu kitlenin içerisinde hangi zamanlarda ne ölçüde bulundunuz? Hangi faaliyetlerde ortaklaştınız? Birlikte hangi tartışmaları yürüttünüz? Örgütünüzün muhafazakâr ya da kitlelere burun kıvıran şu kahrosalı Sol Kemalist’lerin diliyle söyleyecek olursak İslamcıların mesken tuttuğu hangi bölgelerde ne türden kitle ilişkileri bulunuyor?

Samimiyetle soruyorum kaç fabrikada faal devrimci siyaset yürütüyorsunuz da aşağılanmasından ya da bir korkunun, dehşetin nesnesi olmasından şikayet ettiğiniz bu kitleyi bu kadar yakından tanıyabiliyorsunuz? Bu kitlelerle iletişime hangi araçlarla giriyorsunuz? Mahalle çalışmaları aracılığıyla mı? Alternatif eğitim modelleriyle mi? Forumlarla mı? Birlikte çalışarak ya da birlikte üreterek mi? Sendikal faaliyetlerle mi?

Devam edelim, askerlerin kitlelere ateş açmasını, tankların insanları ezmesini, helikopterlerin ya da uçakların Meclis’i bombalamalarını hiçbir solcu alkışlamadı sayın Margulies! Ama siz, silahsız bir şekilde teslim oldukları ve gözaltı işlemleri yapıldıkları halde askerlere yapılan işkenceyi ve linç girişimlerini alkışlıyorsunuz! Siz hayranlıkla küçük dilinizi yutabilirsiniz ama asker yanlısı olarak mühürlediğiniz insanlar, darbe heveslisi oldukları için, insanın insanlığından bu coğrafyanın karanlığına rağmen bir nebze de olsa nasiplendikleri için küçük dillerini yutuyorlar!

Ayrıca hani kitleleri aşağılamayacaktık, hani onların içerisinde olmadan, onlarla tartışmadan, onlarla hareket etmeden verdikleri reflekslere burun kıvırmayacaktık? Galiba yıllardır “heyecanla” bu kitlelerin içerisinde olduğunuz için bu kadar kesin yargılara varabiliyorsunuz? Hayır mı? O zaman tebrik ederiz, kendi elinizle kendi kriterinizi çöpe attınız!

Devam edelim, kitlelerin gizlice darbe sevdalısı olduklarını söylerken dayanağınız nedir? Darbe girişiminin başarısız olacağını sezdiklerini size düşündürten nedir? Madem başarısız olacak bir darbe girişimiydi ve kahrolası Kemalistler bunun farkındaydı, protesto için meydanlara inen kalabalığı kahramanlıkla taçlandırmanızın nedeni nedir? Yani bir tarafta darbe girişiminin başarısız olacağını anladıkları için darbe sevdalısı olduklarını ilan etmekten çekinen keskin zekâlı bir kitle; diğer tarafta girişimin başarısız olacağını kestiremedikleri için kendilerini tankların önüne siper eden öngörüsüz bir kitle! Sanıyorum alkışladığınız kitlelerin zekâsını aşağılayan Sağ ya da Sol Kemalistler değil bizzat sizsiniz!

Ayrıca mevzubahis Kemalist kitleye dair analizlerinizde varsayımdan öte haklı gerekçeleriniz varsa bilmek isteriz; zira haklıysanız gerçekten korkunç bir tabloyla karşı karşıyayız: Sizin tarif ettiğiniz bu Kemalist kitle sadece darbe girişiminin önceden başarısız olacağını bilmek gibi olağanüstü yetileri haiz değil; aynı zamanda tankların insanları ezmesinden, helikopterlerin insanlar üzerine rastgele ateş açmasından ya da ne bileyim uçakların Meclis’i bombalamalarından muazzam bir haz duyuyorlar. E kitlelerin içinde hayatınızı sürdürdüğünüze göre biliyorsunuzdur; bu kitleyi meydana getiren insanların sayısı hiç de az değil! On milyonlar kadar!

Ezcümle çok bilindik bir oyun oynuyorsunuz sayın Margulies, olandan olmayanı, olmayandan olanı çıkarıyorsunuz! Sloganı idam olan, “erkek” bir kitlenin teslim olmuş kelepçeli insanlara uyguladıkları işkenceyi görmüyorsunuz ama evlerinde gelişmeleri kaygıyla izleyen, elbette homojen olmayan, elbette içinde Atatürkçülerin de, Kürt düşmanlarının da, Ordu taraftarlarının da bulunduğu ama en nihayetinde ne sivil ölümlere sevinen ne de meydanlara çıkıp darbe sloganları atan bir kitleyi kötülüğe mahkum ediyorsunuz! Kitlelerin içinde çalışan sosyalistleri bulundukları yerden kovup hiç oturmadığınız bir koltukta küstahça poz kesiyorsunuz! Zamanında Suriye ayaklanmalarından devrim çıkarırken ya da 12 Eylül referandumunu demokrasi hamlesi olarak görürken de aynı oyunu oynuyordunuz; o zaman şaşkınlık içerisinde izliyorduk, şimdi ne yapmaya çalıştığınızı biliyoruz.

Ama bana kalırsa gelin şöyle yapalım. Siz  durmayın bir yazı daha yazın ve kendilerine ateş açan askerlere çiçek uzatmak yerine işkence eden kitlenin idam talebinin nasıl ve neden demokratik olduğunu anlatın. İnanın aynı akıl yürütmeyle idam talebinin de meşruluğunu savunabilirsiniz! Ne dersiniz? Hem böylece idamı, demokratik bir halk hareketinin meşru talebi olarak görecek yepyeni bir sosyalist strateji sunmuş olursunuz. (UĞUR CEYLAN – SENDİKA.ORG)
Daha yeni Daha eski