Kontrgerillayı düzene sokmak iktidarın, Türkiye egemen sınıflarının ve emperyalist merkezin bugünkü başlıca sorununu oluşturuyor. Devlet i...
Kontrgerillayı düzene sokmak iktidarın, Türkiye egemen
sınıflarının ve emperyalist merkezin bugünkü başlıca sorununu oluşturuyor.
Devlet içindeki hiçbir güç merkezinin de kontrgerillayı düzene sokma gücü yok
Zekai Aksakallı, Fırat Kalkanı Operasyonu’nda TSK ile birlikte hareket eden ÖSO’lu bir cihatçıyı kucaklarken… |
Yamalı bohça dağıldı
Sömürge tipi faşizmin kalbi kontrgerilladır. Kontrgerilla
krize girdiğinde tüm siyasi sistem krize girer. Türkiye kontrgerillası uzun
süredir krizde. 15 Temmuz’da bu kriz silahlı çatışmaya dönüştü. İktidar içi
darbe girişiminin bastırılması kontrgerilla içindeki krizi sona erdirmedi.
Çünkü Türkiye kontrgerillasının kriz ekseni Fethullahçılar-Erdoğancılar
çatışması değil. Fethullahçılar-Erdoğancılar çatışması, Türkiye
kontrgerillasının krizinin bir dışavurumu.
Krizin kaynağında ABD’nin Ortadoğu’daki “neoliberal İslam
iktidarlarıyla” bütünleşen emperyalist egemenlik stratejisinin yenilgisi var.
Kısaca izah edelim:
Türkiye’de kontrgerilla ABD emperyalizminin gizli işgalinin
örgütleyici merkezidir. Kontrgerillanın “iç birliğini” sağlayan, emperyalist
merkezdir. Emperyalist merkezin Ortadoğu politikası Suriye direnişi ile batağa
saplandı. Türkiye, Suudi Arabistan, Katar ve İsrail’in desteklediği “cihatçı
çeteler” hem başarısızlığa uğradı hem de kontrolden çıktı. ABD, Suriye savaşını
çıkardı ama savaşı kazanma şansını kaybettiği gibi kendi adına savaşa sürdüğü
güçleri yönetme yeteneğini de yitirdi. ABD’nin bu stratejik sarsıntısı, Türkiye
kontrgerillasını darmadağın etti. “Neoliberal İslam” kontrgerillasının yamalı bohçası
dağıldı ve çok merkezli hale geldi. Şu anda kontrgerillanın kurumsal-kadrosal
altyapısını oluşturan, onlarca cihatçı, şeriatçı, ırkçı grup, bürokrasi
hizipleri, çıkar şebekeleri Türkiye kontrgerillasını ulusal ve uluslararası
manipülasyonlara açık bir “avlanma alanı” durumuna getirdi.
Son olarak Karlov cinayeti, cihatçı-faşist temelde
indoktrine edilen kontrgerilla altyapısının muazzam bir sorun haline geldiğini
gösterdi.
Saray iktidarının bir gün öncesine kadar “Halep’te katliam
var” feveranıyla Rusya temsilcilikleri önüne yürüttüğü “kitleler”, Karlov
cinayetinin ertesi günü aynı temsilciliklerin kapısında takım elbiselerle
taziye kuyruğuna girdiler (Tükürdüğünü ertesi gün yalamak durumunda kalmış olsa
da). “Biz Suriye’ye Esad’ı düşürmek için girdik” diye babalanan “Reis”,
“mezhepçi olmayan, seküler, Suriye Arap Cumhuriyeti’ne” saygılarını sunan
bildiriye imza attı. Saray yağdanlıklarına bakılırsa Karlov cinayeti Türkiye
ile Rusya arasındaki ilişkileri güçlendirdi. Oysa tablo Halep operasyonu nedeniyle
Rusya’yla gerilimi tırmandıran Türkiye’nin Rusya’ya (ve Esad’a) teslim
olduğunu, Putin’in de aman dileyen Erdoğan’ı “şefkatle teslim aldığını”
gösteriyor.
Erdoğan’ı bir anda Putin’in ayakları dibine atan bu
cinayetin Saray’da planlandığını söylemek mümkün değil. Bu olay yukarıda kısaca
özetlediğimiz kontrgerilla içi krizin bir dışavurumu. Nusra bağlantısı açık
olan suikastçı polis memurunun nereden (ABD’den mi, IŞİD’den mi, İran’dan mı,
İsrail’den mi) manipüle edildiğinin ise gerçekte bir önemi yok. Önemli olan
Türkiye kontrgerillasının her an herhangi bir kaynaktan gelen etkiyle muazzam
bir siyasi krize yol açabilecek bir parçalanma içine girmiş olması.
Erdoğan’ın, “özel” yargıdan MİT’e, polisten TSK’ye kadar
uzanan bu zafiyeti gidermek için bulduğu yol, içeride ve dışarıda çıkardığı
uydurma gerekçeli savaşların “komutanlığı”nı üstlenmek ve bütün bir zor
aygıtını kendi başkomutanlığı altında hizaya geçirdikten sonra “düzene sokmak”.
Türkiye egemen sınıflarının elinde de bir başka “düzen
sağlama” programının olmadığı görülüyor.
Kontrgerillayı düzene sokmak iktidarın, Türkiye egemen
sınıflarının ve emperyalist merkezin bugünkü başlıca sorununu oluşturuyor.
Devlet içindeki hiçbir güç merkezinin de kontrgerillayı düzene sokma gücü yok.
Sadece Erdoğan ve çevresine topladığı aklı üç karış havadaki
hempalarının “düzeni sağlama” iddiasında bulunabildikleri bu tablonun üç olası
sonu var.
Birincisi, kontrgerillanın tarihsel patronunun inisiyatifi
bir noktadan ele alıp TSK aracılığıyla darbe yapması (Böyle bir operasyonu
başarabilecek bir ordu kliği görünürde yok ama oluşturulamaz değil).
İkincisi, tüm demokratik güçler yelpazesinin açık bir meydan
okumayla diktatörlüğün ve kontrgerillanın tasfiyesi programı etrafında iktidar
mücadelesine girişmesi ve kazanması (Bunun önündeki başlıca engel CHP’nin ve
CHP tabanının önemli bir bölümünün “devleti ve düzeni koruma ve kollama”
angajmanı).
Üçüncüsü ise Ortadoğu tipi diktatörlük, iç savaş ve
birbirini izleyen cuntalar, darbelerle süregiden kronik bir kaos ve yıkım sürecidir.
Erdoğan ve hempalarının iktidarını güvence altına alacak, (olabildiğince)
güvenliğini sağlayacak gerçek “siyasi programı” da budur. Ancak bu siyasi
program Erdoğan’ı yalnızca kendi ordusunun başında tutar ve gerçek bir
“güvenlik duvarı” da oluşturmaz.
Sorun Erdoğan’ın komutasındaki kırk yamalı kontrgerilla
ordusuna teslim olup olmayacağımızdadır. Demokratik güçlerin direnebildikleri
takdirde kazanabilecekleri bir kaosla karşı karşıyayız.
(FERDA KOÇ-SENDİKA.ORG)