AKP'nin ilk dönemindeki baş döndürücü yükselişte Batı ile
iyi ilişkilerin de önemli rolü oldu. Peki ipler nasıl koptu? Erdoğan mı
değişti, Avrupa mı hesap hatası yaptı? Almanya'nın önde gelen Türkiye
uzmanları konuştu.
Adalet ve Kalkınma Partisi, 14 Ağustos'ta 16'ncı yılını
geride bıraktı. 2001'de kuruluşunun hemen ardından 2002 yılındaki seçimlerle
iktidara gelen parti bugüne kadar tek başına iktidarda kalarak Türk siyasi
tarihinde eşi bulunmayan bir başarıya imza attı.
Karizmatik liderleri Recep Tayyip Erdoğan, Batı dünyasının
da gözdesi, istikrarlı bir Türkiye yolunda umut ışığıydı. Yıllarını Türkiye
araştırmalarına vermiş Alman uzmanlar, AKP'nin ilk döneminin bir başarı
hikayesi olduğu konusunda hemfikir. Ya sonrası?
"Propaganda
makinesine indirgendi"
"AKP pek çok nedenden dolayı eşi benzeri bulunmayan bir
olgu. Üst üste tüm seçim ve referandumları kazanmış, Müslüman kimliği Avrupa'ya
dönük bir rotayla birleştirip yıllar boyunca demokratik düşünceyi muhafazakâr
Müslüman halka taşımış ve yine alışılmadık bir şekilde ilk seçimlerden bu yana
mutlak meclis çoğunluğuna ve neredeyse ülkeyi istediği gibi şekillendirme
imkanına sahip olup, elindeki bu güce rağmen kendini güçsüzleştirmeye ve tüm
siyasi gücünü tek bir kişiye, cumhurbaşkanına devretmeye karar vermiş bir
parti. Ve bu şekilde olağanüstü başarılı
olan karakterini, kendi yapısını bozmuş bir parti."
Alman Bilim ve Politika Vakfı'nın Türkiye uzmanı Günter
Seufert, AKP'nin 16 yıllık bilançosunu bu şekilde özetliyor.
Seufert, AKP'nin siyasi bir parti olmaktan çıkarak kendini
"Cumhurbaşkanının yararına çalışan bir seçim derneğine indirgediği"
görüşünde. Seufert'e göre "Eskiden siyaset tartışan, siyaset geliştiren,
siyaseti şekillendiren bir parti, bir propaganda makinesine indirgendi ve
şekillendirici siyasi gücünü kaybetti."
Almanya'nın önde gelen Türkiye uzmanlarından Udo Steinbach
da AKP'nin kuruluş döneminde partiye ve lideri Erdoğan'a destek vermiş, bu
nedenle eleştirilerle de karşılaşmış bir isim. Deneyimlerini şöyle anlatıyor:
"Ben de Erdoğan'ın hayranları arasındaydım. Laik kesimden pek çok Türk
arkadaşım 'Yanılıyorsun, Erdoğan kuzu postuna bürünmüş bir kurt. Günün birinde
postu atacak' diye uyarıyorlardı. O dönem Türk arkadaşlarımı anlayamıyordum.
Çünkü o dönemde Erdoğan'ın siyaset ve ekonomi politikalarına, AB rotasına
hayranlık duyuyordum. Başından beri demokrasiyi tek adam hakimiyetine giden
yolda bir araç olarak mı kullandı, yoksa çeşitli konuşmalarında dile getirdiği
gibi arada onu gücendiren, inciten bazı şeyler mi oldu, bunu tarihçilerin
saptaması gerekecek. Gerçek olan şey, 2002-2009 arasındaki Erdoğan'ın 2013-2017
arasındaki Erdoğan'dan tamamen farklı olduğu."
"Baş sallayanlar
kulübüne döndü"
Peki ipler kopma noktasına nasıl geldi? Steinbach'a göre
ilişkilerde dönüm noktası 2013 oldu. "Parti giderek Erdoğan'ın hakimiyeti
altına girdi. Erdoğan hep liderdi, karizmatik bir kişilikti ama demokrattı. Bu
tablo 2013'ten itibaren değişmeye başladı. Erdoğan partiyi ele geçirdi, AKP
onun arkasında erimeye başladı ve sürekli 'evet' diyen baş sallayanlar
kulübüne, Erdoğan'dan yararlananlar kulübüne döndü. Türkiye'deki siyasi iklime
baskı hakim olmaya başladı" diyor Udo Steinbach.
Bremen Üniversitesi'nden Türkiye uzmanı Roy Karadağ ise Batı
ile ilişkilerde dönüm noktasının, üst üste üçüncü seçimin kazanıldığı 2011
yılında geldiği görüşünde. Karadağ, "Dönemin başbakanı Erdoğan için o
seçimler, AKP'nin artık devleti kalıcı olarak dönüştürecek meşruiyete sahip
olduğu vizyonunun teyidiydi" görüşünü dile getiriyor.
Avrupa yanlış hesap mı yaptı, yoksa Erdoğan mı değişti?
Karadağ, "Erdoğan hep aynıydı, daha İslami bir devlet vizyonu muhtemelen
hep vardı. Soru, bu vizyonu hayata geçirebilecek kadar güçlü hissedecek noktaya
ne zaman geldiği. Bunun için de Kemalistlere, ordu ve yargıya karşı mücadeleyi
kazanması gerekiyordu. Önceleri dindar kesimle Kemalistler arasında bir güç
dengesi olduğu düşünülüyordu. Ama ordunun ardından yargı da dönüştürülüp kendi
kadroları yerleştirilince bu denge bozuldu" diyor.
Avrupa'nın çıkarı
neydi?
Türkiye'de bazı muhalif çevreler tarafından dile getirilen,
"AB Erdoğan'ı başlangıçta kendi çıkarları için destekledi. Şu an yaşanan
olumsuz gelişmelerde bu yüzden sorumluluğu var"yönündeki eleştirilere ise
Alman uzmanlar katılmıyor.
Karadağ, AKP ve Erdoğan'ın bu kadar büyük bir güce
ulaşabileceğini başlangıçta değil Avrupa'nın, Erdoğan'ın kendisinin bile hesaba
katmamış olabileceğine dikkat çekiyor ve "Avrupa farklı olarak ne
yapabilirdi? Düşünün ki 2000'li yıllarda Avrupa Türkiye ile işbirliğine dayalı
politikalar izlemeseydi, Türk tarafı ya da Türk halkı o zaman ne
düşünecekti?" sorusunu yöneltiyor. Karadağ, şu an Avrupa'nın en az Türk
muhalif çevreler kadar büyük bir ikilem içinde bulunduğu ve AKP'nin son 15
yılda kazandığı gücün boyutu karşısında şaşkın olduğu görüşünde.
Seufert de bu eleştiriler karşısında "AKP öncesi
Türkiyesinde kısa ömürlü hükümetler dönemini, siyasi partilerin hazin durumunu,
devletin büyük kayıplara yol açan Kürt siyasetini ve ekonomik krizleri"
hatırlatıyor ve "Tabii ki her siyasi aktör çıkarlarını gözetir. Ama o
dönem AB'nin çıkarı neydi? AB'nin Türkiye ile ilgili çıkarı, bölgesi ve AB için
çok önemli olan bir ülkenin siyasi ve ekonomik açıdan istikrara kavuşmasıydı.
Erdoğan siyasi istikrarı getirme vaadiyle göreve geldi ve siyasi istikrar büyük
ekonomik büyümeyi de beraberinde getirdi. Ve bu istikrar Avrupa'nın tabii ki
çıkarınaydı. Bunda eleştirecek bir yan göremiyorum" diyor.
"AB'nin ölümcül
hatası"
Steinbach, ilişkilerdeki bozulmada AB'nin payına da dikkat
çekiyor ve Türkiye ile üyelik müzakerelerine başlandığı dönemde Almanya
Başbakanı Angela Merkel ve Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy'nin
tutumlarının çok büyük bir hata olduğunu savunuyor. Türkiye'ye dürüst
davranılmadığını söyleyen Steinbach, "AB genişleme sürecinde ilk kez bir
ülkeyle müzakere yürütürken, ki müzakere bir ülkenin köklü değişimden geçmesi
anlamına gelir, yani bir ülkeden bunu istiyorsun, ama diğer yandan
'müzakerelerin sonucu ne olursa olsun üye olamazsın' diyorsun. O zamana kadar
AB tarihinde böyle bir şey olmadı. Ve bunun yıllar içinde Erdoğan'ı giderek
daha da olumsuz etkilediğini, muhtemelen Erdoğan'ın Avrupa'ya, demokrasiye
inancını kaybetmesine katkısı olduğunu ve Türkiye'nin yeni, farklı bir yöne
gitmesi gerektiği sonucuna varmasına yol açtığını düşünüyorum. Avrupa 2015
sonrasında Türkiye'yi kökten değiştiren süreçte gerçekten yapıcı ve iyi bir rol
oynayıp oynamadığı sorusunu eleştirel bir şekilde kendine sormalıdır"
diyor.
"Batı'nın
entrikalarına karşı Türkiye'nin kurtarıcısı"
Ve Avrupa ile ilişkilerde soğuma, söz düellolarına,
karşılıklı tehdit ve restleşmelere kadar vardı. Avrupa'da Türkiye ile üyelik
müzakerelerinin durdurulması, hatta ekonomik yaptırımlar tartışılırken, Ankara
başta Almanya olmak üzere Batılı ülkeleri teröre destek vermekle suçluyor.
Tartışmaların odağında ise 15 Temmuz darbe girişiminden sorumlu tutulan Gülen
yapılanması bulunuyor. Steinbach, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Türkiye'nin iade
taleplerine karşılık vermeyen Almanya'ya yönelik sert çıkışlarının bir taktik
olduğu görüşünde. Steinbach bu görüşünü şöyle açıyor: "Bu onun
stratejisinin bir parçası. AB'ye sırtını döndükten sonra otokratik tutumunu
sürekli Amerikalılar, Avrupalılar, Almanlara suçlamalar yönelterek, Türkiye'yi
zayıflatmaya çalışmakla suçlayarak güçlendirmeye çalışıyor. Avrupa'ya, Batı'ya
sırt dönüp başka yönlere gitmesini Batı'nın sırtından yapmaya çalışıyor. Hâlâ
ona destek verenleri, Türk halkının en az yüzde 50'sini, Batı'nın sürekli
Türkiye'ye karşı entrikalar çevirdiğine ve Türkiye'yi bu girişimlere karşı sadece güçlü bir siyasi
liderliğin, yani kendisinin kurtarabileceğine inandırmak istiyor."
"AKP'nin sonu
ANAP gibi olabilir"
Alman uzmanlar, 16'ncı yılını geride bırakan AKP'nin
geleceği açısından 2019'da planlanan seçimlerin belirleyici olacağı konusunda
hemfikir. Kurulduğunda Anavatan Partisi (ANAP), Adalet Partisi gibi partilerden
isimlere de yer veren AKP'nin demokrat, çoğulcu yapısından geriye bir şey
kalmadığını savunan Steinbach, "Abdullah Gül, Bülent Arınç gibi daha
liberal güçler bir kenara itildi. AKP'nin geleceği artık Erdoğan'ın geleceğine
bağlı ve bu özellikle de 2019 seçimlerinde belli olacak. Seçmen, Erdoğan'ın
'Yeni Türkiye' konseptine sırtını dönerse; o zaman AKP, ANAP'a benzer bir
şekilde çökecektir. ANAP, kurucusu Turgut Özal'ın ölümüyle birlikte artık
neredeyse bitmiş durumdaydı. Erdoğansız AKP'de de benzerinin olacağını
düşünüyorum."
(©Deutsche Welle
Türkçe - Beklan Kulaksızoğlu)