Yılmaz, Doğan Medya Grubu'nun satışını anlatıyor... Türkiye basınının “amiral gemisi” olarak da telaffuz edilen Hürriyet, ilk çok p...
Yılmaz, Doğan Medya Grubu'nun satışını anlatıyor...
Türkiye basınının “amiral gemisi” olarak da telaffuz edilen
Hürriyet, ilk çok partili seçimin açtığı siyasi rekabet ortamında, 1948 yılında
kurulurken gazetenin sahibi Sedat Simavi ilk günkü başyazısında, misyonlarını
şu ifadeyle vurguladı:
“Memleketimizde gelişmeye başlayan demokrasi zihniyetini
kökleştirmek ve müdafaa etmek için ortaya atılıyoruz.”
Yıl 2018’e geldiğinde Aydın Doğan, Hürriyet başta olmak
üzere 4 gazete, aralarında Kanal D ve CNN Türk’ün olduğu 5 televizyon kanalı,
Doğan Haber Ajansı (DHA), dağıtım şirketi YAYSAT, pek çok dergi ve radyo kanalı
bulunduran Doğan Medya Grubu’nu Mart 2018’de 1,1 milyar dolara sattı. Nisan
ayında imzalanan satış sözleşmesinde 82 yaşındaki Aydın Doğan’ın el sıkıştığı
isim, yedi yıl önce, Nisan 2011’de Milliyet ve Vatan gazetelerini de sattığı
Erdoğan Demirören’di.
Dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan ile internete düşen telefon
konuşmasında ağlarken “Nasıl girdim bu işe, kim için” diyen Demirören’in devlet
bankası Ziraat’tan sağlanan kredinin de desteğiyle Doğan Medya Grubu’nu alımı,
Demirören’in yanı sıra siyasal iktidarı da medyanın en büyük patronu yaptı.
Böylece, Türkiye tarihindeki bu en büyük medya el değiştirmesi, demokrasinin
otokrasiye evriminin de en önemli kayıtlarından birini oluşturdu. Zira, icraatı
tartışmalı da olsa “demokrasi zihniyetini müdafaa etmek için” yola çıkan
gazetenin diğer tüm yayınlarla devri, adil siyasi rekabetin de kayda değer
ölçüde yok olmasına işaret.
Peki, bu sürece nasıl gelindi?
Bu sorunun tek yanıtı yok. 1979 yılında Milliyet’i alarak
basın sektörüne giren Aydın Doğan’ın kendi serüveni, 2002’de iktidara
gelmesinin ardından Erdoğan’ın AK Parti eliyle rejimi tek parti iktidarına
sürükleyişi, bu topraklarda basın tarihinin devletin resmi yayını olarak
kurulan gazetelerde başlaması, 1980’lerle birlikte başlayan neoliberal
politikalara paralel bir şekilde başka alanlarda faaliyet gösteren iş
adamlarının hakimiyetine giren medyada sahiplik yapısı... Olası yanıtları pek
çok kalkış noktası barındıran soruyu, gazeteciliği odağa koyarak tartışmak için
Mehmet Y. Yılmaz ile konuştuk.
Hürriyet gazetesinin iktidara yönelik olarak düzenli
eleştirel yazılar kaleme alan son yazarı olan Yılmaz, Doğan Medya Grubu’nda
uzun yıllar pek çok sıfatla görev yaptı. Radikal ve Milliyet gazetelerinde on
yılı aşkın yayın yönetmeni, ülkenin en büyük dergi grubu olan Doğan Burda’da
İcra Kurulu Başkanı, aralarında grubun bayi tirajı en yüksek gazetesi Posta da
olan 30’a yakın gazete ve derginin yaratıcısı oldu. Eyüp Can’ın yönetimindeyken
kapanan Radikal’in kuruluş sürecini Haziran 2014’te T24’e verdiği söyleşide
anlatan Yılmaz’a sorularımızı, mümkün mertebe tekrarlardan kaçınmak ve bir
önceki söyleşide değinmediğimiz alanlarda kazı yapmak için yönelttik.
Yılmaz’a göre, Doğan Medya’nın satışının asıl müsebbibi AKP
iktidarı. “Siyasi iktidarın niyeti rejim değişikliği ise bunun önünde
durabilecek bir gazeteci gücü yok” diyen Mehmet Y. Yılmaz, ‘suçlu listesi’nde
ikinci sıraya Türkiye burjuvazisini yerleştiriyor. Sebep olarak, aralarında
Koç, Sabancı ve Eczacıbaşı’nın da bulunduğu Türkiye’nin önde gelen ailelerinin
Deniz Feneri davasına ilişkin yolsuzluk haberlerinin ardından gelen vergi
cezası sürecinde Aydın Doğan’ı yalnız bırakmalarını gösteren Yılmaz şu kaydı
düşüyor:
“Türkiye burjuvazisi içten pazarlıklı ve sadece kendi şahsi
çıkarlarını gözeten, ülkenin nereye gitmekte olduğunu değerlendirmekten aciz
bir tablo çizdi.”
Yılmaz, iktidar ve iş insanlarından sonra, üçüncü sıraya
meslektaşlarını koyuyor ve şunu ekliyor:
“Gazete yöneticileri kendilerini gazete sahibi dediğimiz
kişinin kişisel hırsları ve ticari beklentilerine bu kadar kolay kaptırmamış
olsalardı başka bir tablo olurdu.”
Mehmet Y. Yılmaz ile telefon üzerinden yaptığımız söyleşi;
Doğan Medya Grubu’nun satışının yanı sıra gazete sahiplerinin değişen
konumları, Hürriyet’in pozisyonu, asker dâhil iktidar odaklarına yakınlıklar ve
patronun iş insanlarıyla ilişkilerinin gazeteciliğe yansımalarına da uzandı.
Aydın Doğan için “Doğan Medya Grubu’nu sattı ve kurtuldu” diyen Yılmaz’a göre
satışın ardından başta kadına yönelik şiddet, Kürt sorunu, çocuk istismarı,
hayat tarzına yönelik sınırlamalar olmak üzere birçok alana ilişkin haberlerin
artık basına yansımayacağını savunuyor. Ve gazeteciliğin operasyon kısmına
ilişkin tecrübelerinden yola çıkarak yeni bir gazetenin çıkarılma ihtimali için
“Yarın 2-3 milyon dolarlık bir bütçe harcayarak bir gazete çıkartabilirim”
diyor ve ‘ama’sını ekliyor:
“Bunu kim basacak, kim dağıtacak, hangi tezgâha
konulduğundan nasıl emin olabileceğim?”
Doğan Medya Grubu’nun hikâyesi üzerine konuşurken, kendi
yayın yönetmenliği sürecini ilgilendiren iddiaları da sorduğumuz Mehmet Y.
Yılmaz’a yönelttiğimiz sorulara verdiği yanıtlar için buyrun.
“Doğan Medya’nın satışı bence Doğan’ın kızlarına da sürpriz
oldu”
- Doğan Medya’nın satışı size sürpriz oldu mu?
Sürpriz oldu.
- Daha önce konuşmamış mıydınız?
Aydın Doğan üzerinde bir baskı olduğunu, bazı yazarların
yazılarından, gazetenin bazı haberlerinden iktidarın haz etmediğini biliyoruz.
Ama Aydın Doğan’ın ve kızlarının medya işinden çıkmak gibi verilmiş peşin bir
kararları olmadığını şahsen biliyorum. Onun için bu herkes gibi benim için de
sürprizdi.
- “Peşin kararları yoktu” derken?
“Satalım da kurtulalım” gibi bir düşünceleri hiç olmadı,
böyle bir konu gündeme daha önce gelmemişti.
Şu bir ihtimal mi: Aydın Doğan karar verdi, kızlarına bile
sürpriz oldu?
Bence kızlarına da sürpriz oldu, evet.
Sizce neden satıldı Doğan Medya, “Biliyoruz” dediğiniz
siyasi baskılar mı sebep?
Evet, Doğan Medla’nın satılmasının nedeni siyasi
baskılardır. Aydın Doğan bugünkü koşullar altında bu işi daha fazla
sürdürmesinin giderek zorlaşmakta olduğunu gördü, yalnız bırakıldı.
“İçten pazarlıklı Türkiye burjuvazisi Aydın Doğan’ı yalnız
bıraktı”
Kim tarafından?
Türkiye burjuvazisi Aydın Doğan’ı basın özgürlüğü
meselesinde yalnız bıraktı. İlk vergi cezaları getirildiğinde, ki vergi
cezalarının getirilmesinin sebebi Almanya’daki Deniz Feneri skandalının Türkiye’ye
uzanmasıyla ilgili haberlerdi, Türkiye’nin büyük burjuvazisi Aydın Doğan’ın arkasında durmadı.
Ne yapabilirlerdi?
Her şeyi yapabilirlerdi. Koç Holding’in de, Sabancı’nın da
normal olarak Aydın Doğan’ın ceza aldığı konuda hepsinin işlemleri vardı. Bu
tür silahları kullanmanın ekonomik açıdan geri tepebileceğini hükümete
hissettirmeleri bile tabloyu değiştirebilirdi. Gidip miting yapsalardı
demiyorum ama en azından TÜSİAD ya da iş aleminin beş – altı büyük ismi bu
konuda hükümet nezdinde bir girişimde bulunabilirdi, bunu yapmaktan kaçındılar.
Siz bu yalnız bırakmayı Türkiye burjuvazisinin hangi
özelliklerine yoruyorsunuz? Korkaklık bunda sizce ne kadar rol oynuyor?
Türkiye burjuvazisi bence içten pazarlıklı ve sadece kendi
şahsi çıkarlarını gözeten, ülkenin nereye gitmekte olduğunu değerlendirmekten
aciz bir tablo çizdi. Aydın Doğan yalnız kalarak o günden bugüne kadar direndi
ve dayanma gücünün sonuna geldiğini düşünüyorum.
“Boynerler kendi çaplarında bir şeyler yapmaya çalıştılar”
Bu eleştirilerinizin hedefinde Koç, Eczacıbaşı, Boynerler,
Sabancılar gibi aileler mi var?
Boynerleri belki ayırabiliriz, onlar kendi çaplarında bir
şeyler yapmaya çalıştılar. Ama diğer büyük ailelerin hiçbiri bu konuda
kıllarını kıpırdatmadı. Venezüella burjuvazisine bakarsan dönüp, orada basın
özgürlüğünün korunmasına yönelik Chavez’e de, onun halefine de direndiler.
Basın özgürlüğü konuşurken gazeteciler, medya patronu, medya
patronunun iş adamı niteliği veya otoriterliğinden değil, burjuvaziden bahsi
açtınız. Sizin birinci suçlunuz onlar mı?
Evet, büyük Türk burjuvazisi. Ama asıl suçlu hiç kuşkusuz ki
özgür basın faaliyetinden hazzetmeyen AKP iktidarıdır.
“Gazete yöneticileri, patronların hırslarına kapılmamış
olsalar başka olabilirdi”
Türk burjuvazisinden sonra sırayı kime veriyorsunuz?
Gazeteciler ve gazete sahipleri. Onları birbirinden ayırmıyorum.
Ayrılması gereken türler değiller mi?
Hayır, çünkü gazete sahibi dediğimiz insan, gazeteden soyut
bir insan değil. Gazetecinin yöneticileriyle o işi yapan bir insan. Gazetelerin
yöneticileri, kendilerini gazete sahibinin kişisel hırslarına, kişisel ticari
beklentilerine bu kadar kolay kaptırmamış olsalardı başka bir tablo olabilirdi.
Cümleniz aklımıza Hürriyet’in 20 yıl yayın yönetmenliğini
yapmış Ertuğrul Özkök’ün “Ben TÜSİAD üyesiyim” cümlesini getirdi. Dönemin
bakanı Güneş Taner’le Doğan grubu için yaptığı iş takibi kaydı kamuoyuna
yansıdıktan sonra söylediklerini böyle de gerekçelendirmişti.
Bir karton fabrikası meselesi vardı yanlış hatırlamıyorsam,
onun dışında bir işi takip ettiğini şahsen zannetmiyorum. Ama sonuçta bir
gazete yöneticisinin TÜSİAD üyesi olması da yeterince tuhaf. Dünyada bir ikinci
örneği olduğunu zannetmiyorum.
“Özal, Nadir’i oyuna sokunca gazete sahipleri pozisyonlarını
değerlendirdi”
Bu ‘eşsiz’ durumun nasıl bir sürecin sonucunda ortaya
çıktığını sizden dinlemek için birkaç adım geri atsak ve Aydın Doğan’ın medya
alanındaki evrimini sorsak: Siz Doğan Medya Grubu’nun hikâyesini kaça bölerek
anlatırsınız? Başlangıcı nasıl oldu, yükselişi ve çöküşü ne zaman başladı ve bu
dönemeçlerde gazete patronu ve gazetecilerin suçları nasıl şekiller aldı?
Aydın Doğan’ın Milliyet’i satın alarak medyaya girdiği
dönemde ona veya o dönemin gazetecilerine yönelik bir eleştiri getirmemiz çok
kolay değil. Çünkü o dönem gazeteler, gazetecilik yapmaya gayret eden
kurumlardı. Aydın Doğan da geldiği o düzene uydu, hatta o düzeni savundu. Ne
zamanki Turgut Özal’ın, Asil Nadir’i oyuna sokma çabası, siyasi iktidarın
medyayı dizayn etme çabası başladı, o zaman gazete sahipleri de kendi
pozisyonlarını tekrar değerlendirdiler. Bağımsız gazetecilik yapmanın giderek
imkânsız hâle geldiği bir dönemden bahsediyorum. Yandaş gazete - gazeteci
sorunu bugünün sorunu değil, Adnan Menderes’ten, Süleyman Demirel’den beri
gelen bir durum. O zaman daha çok kâğıt tahsisleri, ithalat izinleriyle
yürütülen bir ilişkiydi. Sonra ekonomi, liberalize oldukça onların bir önemi
kalmadı, bu sefer gazete sahibi olan iş adamlarının bankaları, devletle
ilişkili işleriyle ilgili yöntemlere kaydı.
Doğan Medya için bu geçiş Hürriyet’in alımına mı rast
geliyor, yoksa öncesine mi?
Aydın Doğan, Hürriyet gazetesi sahibi olduğu için büyümedi.
Hürriyet’i aldığı dönemde zaten bankası, başka şirketleri vardı, o yüzden
yükselişinin sadece Hürriyet’le olduğunu söyleyemeyiz.
“Siyasi iktidarların dizayn çabasına direnmesi gereken
patronlar değil, gazetecilerdi”
Dolayısıyla sizce, Doğan, Milliyet döneminde bu ilişkilerin
içine girmiş miydi?
Siyasi iktidarlar tarafından çekildiler, diyorum. Onların da
hoşuna gitti tabii, oraya doğru çekilmeye gönüllü oldular da diyebiliriz.
Siz Aydın Doğan’a bu ‘çekilme’ için hak mı verirsiniz,
direnmesini bekler miydiniz?
Buna direnmesi gereken iş adamı değil, gazetecilerdir. İş
adamı müdebbir tüccar, kârını maksimize etmeye çalışır. Kapitalist düzende
rasyonel olanı budur. Mesleği koruması gereken gazeteciler, gazetelerin
yöneticileridir.
Aydın Doğan sizin rasyonel gördüğünüz yola girerken
yayınları nasıl değişti? Gazeteciler buna nasıl izin verdiler?
Aydın Doğan’ın gazeteleri nispeten diğer gazetelere göre
bağımsız gazetelerdi.
“Aydın Bey bana hiçbir müdahalede bulunmadı”
Yine de bir dönüşüm olmadı mı?
Ben Radikal ve Posta gazetelerinin yayın müdürü olduğum
dönemde Tansu Çiller-Mesut Yılmaz kavgasında tam tersi taraftaydık. Ve Posta
ile Radikal’in toplam tirajı Hürriyet’ten de, Milliyet’ten de fazlaydı ve
herhangi bir müdahaleyle karşılaşmadım.
Radikal’i ilk söyleşimizde detaylı konuşmuştuk, ama tekrar
pahasına: Siz ilk 1996’da Radikal’in başına geçtiğinizde editoryal bağımsızlık
anlaşması yaptınız mı?
Radikal gazetesi benim projemdi ve baştan yaparken öyle bir
bağımsızlık anlaşması olmadı. Sadece gazetenin çizgisinin ne olacağını
konuştuk. Ondan sonra da Aydın Bey bana hiçbir müdahalede bulunmadı.
Denemede de bulunmadı mı?
Hayır. Sadece Susurluk olayı sırasında Tansu Çiller ve
Mehmet Ağar’ın baskılarına karşı bir kere bana dedi ki “Bu yazdıklarımız doğru
mu?” Ben de “Doğru” dedim. O da dedi ki “Yalan, uyduruk bir şey yazmadığınız
sürece yazmaya devam edin ama her şey doğru olsun.”
“Hürriyet’in satışında askerden onay alındığı iddiası
saçmalık”
Türkiye’de “iktidara yakınlık” konusunda bir alt başlık da
askerler. Gazetenin geçmişinden gelen kuvveti nedeniyle de, 1994’te Aydın Doğan
Hürriyet’i satın aldığında askerle bir anlaşma yapılıp yapılmadığına dair
sorular sizin aklınızdan geçmiş miydi?
Komplo teorileri üretmek istersek böyle bin tane teori
üretiriz, ama bunun doğruluğu yok. Hürriyet’in nasıl satıldığı çok açık: Erol
Aksoy, Hürriyet’e bedava el koymaya çalışıyordu, Erol Simavi can havliyle bu
gazeteyi satmak istedi. O arada Aydın Doğan talip oldu ve ona satıldı. Bu kadar
basit. Öyle askerler, derin devlet gibi komploları düşünmeyin.
Dinç Bilgin, 2010’da Fatih Vural’a verdiği söyleşide
Hürriyet’in satışı ertesinde askerden onay almak için TSK Güçlendirme Vakfı’na
yüklü bir bağış yaptığını söyledi.
Dinç Bilgin saçmalamış. O dönemde biz oradaydık. Bu bir
iddia bile değil, deli saçması. Ben o günlerde bu işin tam göbeğindeydim ve
Hürriyet gazetesi nasıl satıldı biliyorum. Asker onay vermeseydi Simavi’nin
Hürriyet’i satmayacağına inanabilir miyiz? Yine de satardı çünkü Hürriyet’in
borçları nedeniyle Erol Aksoy’un gazeteye bedavaya konacağı paniğine kapıldı,
oğluna güvenmiyordu. Etrafında bu paranoyayı besleyen yöneticiler vardı, onun
sonucunda sattı. Bağışı da kendi ruh hâli yüzünden yaptı. O günleri hatırlayın;
o günlerde PKK saldırıları artmış, şehit haberleri geliyor, rahmetli Erol Simavi’yi
tanıyan biri olarak söyleyebilirim ki bunu sadece jest yapma duygusuyla yapmış
bir insandır. Bu, Hürriyet’in tarihinde ilk kez yapılmış bir bağış değil, daha
önce de Hürriyet’in tarihinde bir milyon liralık kampanyalar çok yapılmıştı.
“Hürriyet’i herkese hitap etmeye çalıştığı için her zaman
devletin yanındadır”
“Milliyet biraz solda, Hürriyet ise daha çok devlet
gazetesidir.” Aydın Doğan’ın Nuriye Akman’a verdiği söyleşideki bu cümleyi
hatırlatarak soracağım; siz Radikal’de insan hakları temelli bir yayın yaparken
Hürriyet’in yayınlarını nasıl izliyordunuz? Sizce yayının hangi özellikleri bu
devlet yakıştırmasına sebep oluyordu?
Hürriyet devlet gazetesi olmaktan çok halk gazetesidir.
Nasıl halk?
Herkesin alabildiği, almaktan utanmadığı, alınca kendisinin
etiketlenmediğini düşündüğü anlamda kullanıyorum halk gazetesi kavramını.
Cumhuriyet gazetesi alırsan seni bir yere koyarım, cebinde Yeni Akit’le
geziyorsan bir şey ifade ediyorsundur, Yeni Şafak, Radikal okuyorsan senin
hakkında bir fikir verir. Ama Hürriyet’i herkes okur, Hürriyet’i Vehbi Koç da
okur, Vehbi Koç’un şoförü de okur. Hürriyet bir halk gazetesi olarak da
Türkiye’nin genel hassasiyetlerine uygun yayın yapar. Bu genel hassasiyetlerini
belirleyen şey de cumhuriyeti kuran kurucu irade ve devlettir. O yüzden
Hürriyet her zaman devletin yanındadır.
‘Genel hassasiyet’ tabirini örneklendirebilir misiniz?
“Türkiye Türklerindir”, “Kıbrıs terk edilemez” gibi temel
politikaları vardır Türk devletinin. Hürriyet, herkese hitap etmeye çalıştığı
için onun içinde kalır.
Saydığınız özellikler Türkiye’de ordunun sahipliğini yaptığı
prensiplerdi.
Devletin genel politikasını uygulayan kurumlardan biri de
ordudur.
“Hürriyet geniş kitlenin yok saydığını yok sayar, Kürt
meselesindeki durumu budur”
Peki sizce Hürriyet dediğiniz gibi herkese hitap etmeye
çalışırken 'herkesin' dışladıklarını da dışladı mı? Yılmaz Özdil'in Ahmet
Türk'e atılan yumruk için yaptığı "adaletin tokmağı" benzetmesi,
Ahmet Kaya için atılan "Vay şerefsiz" manşeti gibi öne çıkan
örneklerle düşündüğünüzde örneğin, Kürtler sizce ne kadar bu yayınlar sebebiyle
de kendilerini bu ülkede eşit hissetmedi?
Dediğim gibi Hürriyet, toplumun genel hassasiyetlerinin
üzerine konumu gereği gitmez. Onun için insan hakları, Kürt meselesi gibi
konularda bayraktarlık yapabilecek bir gazete değildir. Hatta genel eğilime
uyar, geniş kitlenin yok saydığını yok sayar. Kürt meselesindeki durumu budur.
Özkök’ün yönetimdeki bazı manşetleri, bahsettiğiniz Kürt
meselesindeki genel yaklaşımı düşündüğünüzde 1990’lardaki Hürriyet için ‘askeri
kollayan bir gazete’ olarak da nitelemek ne kadar doğru, ne kadar yanlış olur?
1948 yılında kurulduğu günden bu yana Hürriyet zaten bu
politikaları korur. Bu Ertuğrul Özkök’ün, Aydın Doğan’ın kişiselliklerinin
dışında gelişen bir şeydir. Hürriyet askeri de kollar, polisi de kollar,
devletin genel politikasının dışında olmaz.
Bunun gazeteciliğe eksileri neler oldu?
Gazeteciliğe artıları da oldu Hürriyet’in bağımsızlığının,
eksileri de oldu. Türkiye’de önemli başkentlere kendi muhabirini gönderen ilk
gazete Hürriyet’tir. Yurt dışındaki önemli olayları kendi muhabirleriyle takip
eden ilk gazete de Hürriyet’tir. Bunları küçüksememek lazım. Ama öte yandan
devletin politikaları ve Hürriyet de bunları savunuyordu, hâlâ da savunuyor.
Dolayısıyla sizce ilkeleri değişen devlete uyum sağlayamayan
Aydın Doğan mı oldu? Başka bir ifadeyle, Hürriyet’in devlet politikalarından
yana kimliği mi Aydın Doğan’ı sahipliğinden etti?
Sorunun temeli AKP iktidarının ve bizatihi Recep Tayyip
Erdoğan’ın demokrat olmamasıdır. AKP, AB üyeliği hedefinde koşarken Hürriyet
onun yanındaydı. Ne zaman ki Deniz Feneri yolsuzluğu ile birlikte bağımsız
gazetecilik de yapabileceğini gösterdi, iktidar da o zaman tırnaklarını
çıkardı.
Aydın Doğan, Nuriye Akman’a verdiği söyleşide şunları
söyledi: “AB standartları Türkiye’de getirilecekse öncelik asker meselesi
değil. O standart da mutlaka getirilmelidir. Ama birinci standart olarak bunu
alırsanız, şu çıkıyor ortaya. Bunların gayesi AB değil, askeri zayıflatmak.
Topyekûn yapılırsa bu iş, tabii askerler de AB standardına geleceklerdir.
Askerin siyasete müdahale etmesine ben hep karşı oldum. Zaten askerler de
siyasete karışmak istemiyorlar. Askerlerin tek endişesi cumhuriyetin
niteliklerini korumaktır.” Bu bakış açısında siz askere yakın bir pozisyon
görmüyor musunuz? Özellikle son iki cümlede geçenler, sizce darbelerin gerekçeleriyle
örtüşmüyor mu?
Cumhuriyetin kurucu niteliklerinden biri nedir? Laikliktir.
Ve bu laiklik olmazsa zaten demokrasi diye bir şeyden bahsedemeyiz. Dünyanın
hiçbir demokratik ülkesi bunun dışında değildir. Dolayısıyla askerlerin bunu
savunuyor olmasında tuhaflık yok, tuhaflık anayasalar yapılırken askerin bir
vasi olarak bu meseleyi yönetiyor olması. Demokratların da değişmesi için çaba
sarf ettiği şey de buydu. Asker kendi alanına geçsin ve siviller kendilerini
yönetsinler.
“Jandarma Komutanı’nın verdiği yemekte ‘Yanımızda olur
musunuz’ dendi”
Ve asker de bunu yapmadığı için biz bu soruları soruyoruz.
Askerlerle konuştuğun zaman hiçbiri “Asker müdahale eder”
demez zaten. Aydın Doğan belki bunu kast ediyordur, bilemiyorum. Ona sormak
lazım. Ama benim de tanıdığım hiçbir Genelkurmay Başkanı “Asker siyasete
müdahale etsin, biz devlet yönetimine karışalım” demedi bugüne kadar, ama
karıştılar o ayrı.
İsmet Berkan’ın kitabından, Yıldıray Oğur köşesinde rast
geldiğimiz, bir alıntı: “Davetliler arasında Doğan Grubu’nun patronu Aydın
Doğan da vardı ve Aydın Bey bu davete tek başına değil yanında iki gazeteciyle
gitmişti: Milliyet’in o dönemki Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Yılmaz ve Ankara
Temsilcisi Fikret Bila. Görüşmeyi Mehmet Yılmaz’a sorduğumda, ‘Kafayı yemiş
bunlar, bıraksan darbe yapacaklar ama cesaret edemiyorlar’ demişti edindiği
izlenimleri aktarırken.” Dolayısıyla size bu izlenimi veren görüşmeler olmuş.
Görüşmeler olması başka bir kavram, bunun olması başka bir
kavram. Biz oraya Jandarma Genel Komutanı’nın davetlisi olarak akşam yemeğine
çağrıldık ve orada konuşulan konu buralara gelince Aydın Doğan “Paşam buraya
yemek yemeğe geldik, siyaset konuşmaya gelmedik. Bunun yeri de değil”
gibisinden bir şeyler söyledi, oradan askerlik anılarına dönüldü ve mesele
kapandı. Orada bu konuyu tartışmadık.
Tartıştınız diye değil, ancak asker size bu hissi verecek
açıklamalarda bulunmuş.
Çünkü normal olarak onları ilgilendirmemesi gereken şeylerde
fikirleri var. Ve üstü örtülü ifadeleri var, “Yanımızda olur musunuz?” gibi.
Bu 2004’te oldu, değil mi?
Evet.
Siz bu görüşmeye yayınınızda yer verdiniz mi veya
verilebilir miydi?
Hayır.
Neden?
Özel bir görüşmeydi çünkü. Yazmalı mıydım, “Bunlar darbe
yapacak” diye?
“Askerle o görüşmeyi yazsam yalanlanırdı, nasıl ispat
edebilirdim?”
Darbe Günlükleri yayımlandığında bunu bir gazetecilik
başarısı olarak okuduk. İzlenimleriniz tabii ki Türkiye siyasetine dair bir şey
söylediği ve siz de gazeteci olduğunuz için beklentim bu yönde olurdu.
Eksikliğinde de bu soruyu sormama hak verirsiniz.
Sorabilirsin tabii, sormanda bir engel yok. Ben onu
yazabilirdim evet, sonrasında yalanlanırdı yüzde 100, nasıl ispat edebilirdim?
Gazetece yöneticisi olarak bazı muhabirleri “Bu işin peşini
kovalayın” diyerek görevlendirebilir miydiniz?
Neyi araştıracaklardı, darbeyi yapıp yapmayacaklarını mı?
Evet, askerler sonrasında yalanlasa da darbe eğilimine
ilişkin daha elle tutulur alıntılar ve belgelere erişim başarılamaz mıydı?
Böyle bir dosya hazırlanabilir miydi?
Hazırlanamazdı.
Neden?
Nasıl hazırlanır? Nasıl kanıtlanabilir ki? 6-7 askerin kendi
aralarında konuştukları şeylerin, darbeye yönelik en azından bir eğilim olduğu
nasıl kanıtlanabilirdi ki?
Özellikle 28 Şubat döneminde askerin isteğiyle kullanılan
“İsmi açıklanamayan kaynaklar” janrı, bu kez gazetecilerin isteğiyle askere
karşı kullanılamaz mıydı?
Somut şeyleri yaptık zaten, Andıç’ın yalan olduğu, bahsi
geçen ifadelerin var olmadığı Radikal’de çıktı. Ama somut olarak elde
edemediğim bir şeyi nasıl yazacaksın?
Burada sizin için somut eşittir “Ben darbe yapacağım” diyen
bir asker mi? Başka bir açıdan sorsak: “Somutlaştıramayacağım için haber
yapmadım ama benzer hislerle ayrıldım” dediğiniz çok görüşmeye katıldınız mı?
Hayır.
Bu tek miydi?
Böyle bir olay bir kez oldu.
“Yayın müdürü aramadıkça Aydın Doğan ertesi günkü yayını
bilmezdi”
Bir varsayım: O görüşmeyi haberleştirmek isteseniz Aydın
Doğan katından itiraz gelir miydi?
Normal olarak gelirdi çünkü yemeğe davetli olan Aydın
Doğan’dı, o da yanında bizi götürdü. Tanık olalım diye mi, yalnız gitmemek için
mi götürdü kısmı başka.
Gazeteler ne kadar kontrolden geçerdi’yi öğrenmek için
soracağız, yayın yönünde karar verseniz bundan haberi nasıl olurdu?
Hemen hemen hiç. Aydın Doğan gazeteyi ertesi sabah okur.
Benim yönettiğim gazeteler açısından durum böyleydi. Ötekileri bilemem.
Hemen hemen’ dışında kalan örnekleriniz var mı?
Genel yayın müdürü arayıp da “Ben şöyle bir haber yapıyorum”
demediği sürece haberinin olmasına imkân yoktu. Şimdiki gibi gazetelerinin
sayfalarını yapıp siyasi komisere gönderme gibi bir uygulama yoktu o
tarihlerde.
Yayın yönetmenleri kendisini hangi büyük haberler için, ne
zaman arardı?
Başkası nasıl arardı hiç bilmiyorum, “Şu haberim var” diye
hiç aramadım. Aydın Doğan tarafından da böyle bir soruyla hiç karşılaşmadım.
“Doğan Medya’da bu olduysa bu direkt o gazeteciyle alakalı
bir durum” demiş oluyorsunuz değil mi?
Evet.
Kulağınıza gelen, sizin aksinizi yapan Doğan Medya’da
çalışan meslektaşlarınız var mıydı?
Olmuştur. Somut olarak benim yönetici olduğum dönemdeki
yöneticiler, Ertuğrul Özkök, Derya Sazak, Umur Talu, Yalçın Doğan’dı. “Bu
isimler şu haber için aramışlardır” diyebileceğim bir bilgim yok.
“Doğan Medya’da son dönem yazar maaşları 5 ila 15-20 bin lira
arasındaydı”
Bu isimlerden bağımsız sorsak: Bazı gazetecilerin sınır
aşımına izin vermesine sebep olan zaafları neler?
Güç, iktidar, para.
Güneş gazetesiyle birlikte Türkiye basınında önemli ölçüde
artan yazar maaşları mı aklınızdaki? O artışın getirisi mi bu?
Güneş gazetesi ile başladı diyemeyiz, o sayede gazetecilerin
maaşları arttı. Mesele gazete yöneticilerinin gazetelerinin idaresi konusunda
patronlarla mesafesini koruyamamış olması. Sadece bir kurumu, bir kişiyi
suçlayamayız.
Bir kişiyi suçlamaktan ziyade saydığınız güç, iktidar ve
para üçlüsünün para ayağına dair bir soru daha soracağım. Doğan Medya’da
yazarların ortalama maaşı ne kadardı?
Yazarına göre değişir.
Son dönem için bir aralık verebilir misiniz?
5 ila 15-20 bin lira arasında değişir.
Verdiğiniz bu rakamın sizce rejimin aldığı yolda payı var
mı?
Yazar maaşlarıyla bunun ne alakası var, Recep Tayyip Erdoğan
ve onun İslamcı ideolojisi yüzünden gidiyoruz.
Erdoğan’ın Aydın Doğan’ı zorlamasına yol açan Hilton Oteli
veya Ceyhan’da rafineri ruhsatı için istekleriyle, eleştirdiğiniz bazı gazete
yöneticilerinin peşine takıldıkları patronun iş çıkarlarının aynı çekirdekte
olması nedeniyle soruyoruz.
Mesafe koyabilmiş olsalar, hükümetlerin gazete patronları
üzerinde baskı kurmaları da daha zor olurdu. Ama siyasi iktidarın niyeti
ideolojik olarak bir rejim değişikliği ise bunun önünde durabilecek bir
gazeteci gücü yok zaten.
“Talu ve Doğan o fotoğraf nedeniyle görevden alınmadı,
kanıtı yayın çizgisi”
Sizin 2000’de Milliyet’e geçişiniz nasıl oldu?
Birincisi Milliyet ciddi zarar ediyordu. İkincisi tirajı
düşüyordu. Milliyet’in promosyonlu tirajı 130-160 küsur bin olduğu ve
geçmişimden kaynaklı, gazete patronu bu işi iyi bildiğimi düşündükleri için
geçtim.
Gelişinizden önce Egebank’ı batıran Murat Demirel ile Nail
Keçili’yi beraber eğlenirken gösteren, reddettikleri ilişkinin fotoğrafını
bastıkları için Yayın Koordinatörü Umur Talu ve Genel Yayın Yönetmeni Yalçın
Doğan Milliyet yönetiminden alınmamışlar mıydı?
Yalçın’la Umur böyle açıklıyor olabilir ama öyle değil.
Nasıldı?
Milliyet zarar ediyordu, kötü bir gazetecilik yapılıyordu,
gazete satmıyordu. Sebep buydu. Eğer dediğiniz doğru olmuş olsaydı, ben gazeteyi
devraldıktan sonra TMSF (Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu) tarafından el koyulan
bankalarla ilgili haberlerin hiçbiri yapılamazdı. Nail Keçili ile ilgili de,
Murat Demirel’le ilgili haberler de yayımlandı. Dinç Bilgin’in bankasını
batırmasıyla da, Mehmet Emin Karamehmet ile ilgili haberler de yayımlandı.
Dediğiniz gibi olsaydı, Milliyet gazetesine ben geldikten sonra bu yayınların
hiçbirinin yapılmamış olması lazımdı. Ama siz dönüp dedikoduları
dinleyeceğinize, arşive girip o günkü gazetelere, ben geldikten sonraki yayın
çizgisine baksanız bu soruyu sormazdınız.
Umur Talu’nun yazdıkları...
Umur Talu veya Yalçın Doğan, bunu kim uydurdu bilmiyorum.
Bunlardan hangisi kendisine bunu söylüyorsa kendi başarısızlığını örtmek için
gerekçe üretmiş, başka hiçbir şey değil. Niye Nail Keçili’nin bankayı soyarken
resminin yayınlanmış olması bunların işten atılmasına neden olsun? 1) Nail
Keçili ile Aydın Doğan’ın arası zaten kötü, Dinç Bilgin’in adamı Nail Keçili.
2) Murat Demirel’le Aydın Doğan’ın bir iş ilişkisi yok. Onun bankasından bir
beklentisi yok. Demirel’in bankasının batıp batmamasıyla Aydın Doğan’ın
doğrudan ilgilendiren ticari bir ilişkisi yok. Niye yapmış olsun?
Bu isimler yayından önce telefonla aranıp engellenmeye
çalışılmadı mı?
Kim etmiş, Aydın Doğan mı?
Benim duyduklarım Yalçındağ ve Özkök.
Mehmet Ali Yalçındağ ve Ertuğrul Özkök, Nail Keçili’yi
savunmak için mi yapmış?
Hangi sebeplerle yaptıklarını bilmiyorum, fakat aktarılan
şu: Bir yayın yapılacaktı, yapılmaması istendi, gazeteciler isteği reddetti,
yayın yapıldı ve yönetimden alındılar.
Bunun doğru olup olmadığını anlamanın çok basit bir yolu
var. Eğer bu olaydan arkadaşlar bu sebeple görevden alındıysa yayın çizgisinin
değişmiş olması gerekir. O tarihteki arşive gidip Milliyet’e 6 ay, 3 yıl, 5 yıl
ne kadar bir aralıktan bakmak isterseniz bakacaksınız bu iddia doğruysa ne tür
haberlerle devam edilmiş bakacaksınız. Patron geri zekâlı mı, onları bu sebeple
işten atıp yerine getirdiği adam yine aynı şeyi yapmaya devam etti. Bu size
rasyonel geliyor mu?
O dönem yaşanan diğer değişikliklere hakim olmadığım için
sorunun yanıtını bilmiyorum.
Bu soruları soruyorsan hakim olmasın. Bu soru beni de
suçluyor, bankasını soyan adamların cezalandırılmamasına aracılık etmiş
oluyorum.
“Aydın Doğan’la o yayından önce Milliyet’in başına geçmem
için görüşüyorduk”
Hikâyenin farklı veçhelerine hakim olmadığım ve bunun
eksikliği konusunda haklısınız. Ama olayın tanıklarıyla konuşmamdan öğrendiğim
şu; o fotoğrafın yayımlanacağı günün akşamı Milliyet yazı işleri yemekteymiş ve
Yalçındağ ile Özkök, Yalçın Doğan ve Umur Talu'yu defalarca aramış. Yalçındağ'a
"Biz şehir baskılarında fotoğrafı kaldırmayacağız, isterseniz siz
kaldırın" cevabı verilmiş. Ertesi gün Doğan ve Talu görevden alınmış. Bu,
söyleşi boyunca altını çizdiğiniz, editörün yayına patronajı karıştırmaması
çabasına bir örnek değil mi? Hem sizin dile getirdiğiniz Milliyet'in rakamları,
hem aynı konuda yayın yapabilmeniz, hem de bu olay birlikte doğru olamaz mı?
Basılmamış gazeteden Ertuğrul ve Mehmet Ali nasıl haberdar
olmuş, bunu bilmiyorum. Ama bildiğim şu: Aydın Doğan ile Milliyet’in başına
geçmem konusunda bir haftadır görüşüyorduk. O gün Tarabya’daki Kıyı
lokantasında akşam üzeri yemek yemek için buluştuk ve ertesi gün Milliyet’in
başına geçmem için anlaştık. O gün taşra baskıları lokantaya geldiğinde ben
görevi kabul etmiştim ve gazetede neleri değiştirmeyi düşündüğümü anlatıyordum
gazetenin patronuna.
Bu durumda Talu ve Doğan’ı yönetiminizdeyken Milliyet’ten
neden çıkardınız?
Tekrar anlatıyorum, Milliyet gazetesinde ağır bir zarar
vardı. Sayfa sayısı ortalama 44-48’di, satış düştüğü için ilan geliri çok
düşüktü. 1) Ben Milliyet’i 24 sayfaya indirdim, sonucunda her sayfada 3 köşe
yazarına yer yoktu. 2) Ya gazeteden 3-5 kuruş alan genç muhabirleri
çıkaracaktım ya da maaşları yüksek 3-5 kişiyi çıkaracaktım. Ben ikinci yolu
seçtim, meşhurları, maaşı yükek olanları işten çıkardım. Onların hatalarıyla
batma noktasına gelen bir gazeteden çıkarılması gerekenler işin o noktaya
gelmesinde en az sorumluluğu olanlar mı olmalıydı? Meşhur olmadıkları için onları
mı işten çıkarmalıydım?
“Meşhurları işten çıkaran benim, Aydın Doğan’la hiçbir
alakası yok”
Diyorsunuz ki “İşten çıkarmayı ben yaptım, tamamen ekonomik
sebeplerdi.”
Ben yaptım, Aydın Doğan’la hiçbir alakası yok. Hatta ben ona
söyledim “Bunlar size gelirler, siz gidin, ben bu işi yapmak zorundayım” dedim,
Aydın Doğan da İstanbul’u terk etti, Almanya ya da İngiltere’ye gitti. Şimdi bakınca da doğru yaptığımı görüyorum.
Yönetimde olduğum 5 yılın ilk yılı dışında Milliyet gazetesi kâr etti, SPK
kayıtlarından bulabilirsiniz. Reklam geliri, tirajı arttı, Hürriyet ve Sabah’la
rekabet eder hale geldi. Bunu da dediklerimle yaptım.
Gazete sahiplerinin gazetecilik dışındaki işlerinin
getirdikleri, diğer iş adamlarıyla ilişkileri Milliyet’e nasıl yansıdı?
Gazete sahiplerinin sadece gazetelerinin olması bir ütopya.
Gazete sahipleri elbette girişim özgürlüğünün olduğu her ülkede farklı işler
yapabilirler. Marifet, gazete sahibinin başka işinin olmaması değil, gazete
sahibinin gazete yönetimiyle, yani gazetecilik işiyle kesin bir çizgi
çizebilmesi, gazeteyi yönetenlerin gazete sahibinin diğer işlerinin takipçisi
olmamasında. Türkiye’deki sorun budur. Kendi deneyimimde, ben en ufak bir iş
talebiyle karşılaşmadım.
Bahsettiğiniz kesin çizgisinin çizilebildiğine tanık olmadık.
Dediğiniz şuna mı geliyor, “Mehmet Yılmaz’lar olsa medya bugün bu duruma
düşmezdi”?
Büyük konuşmayı sevmiyorum ve istemiyorum, ben şahsen böyle
bir işin içinde olmadım. Başka arkadaşlar da olmayabilirlerdi, ama gazeteciler
güç kullanmayı seviyorlar. Gazete sahipleri bu gücü ticari işleri için
kullanmak istiyor olabilirler. Bunlara engel olacak olan şey gazetenin
yöneticisidir. Gazete sahibi tabii ki bunu yapmak ister, o bir kapitalist.
Dolayısıyla yöneticilerini de ona göre seçmiyorlar mı?
E, beni de seçtiler mesela ve Doğan Grubu’nda 12-13 sene
genel yayın müdürlüğü yaptım. Çünkü gazete sahibi kapitalist, işadamı. Her iş
adamı iyi yöneticilerle çalışmak ister.
Daha özel sorulara geçmeden, patronların iş adamlarıyla
ilişkilerine dair bir ek soru: Aydın Doğan'ı yalnız bıraktığını söylediğiniz
ailelerden Koçlar ve Aydın Doğan’ın ilişkisi için Hıfzı Topuz “Türk Basın
Tarihi” kitabında şunları yazmıştı: “Karacan Milliyet’i satılığa çıkardı. O
dönemde herkes Milliyet’i Koç Grubu’nun satın alacağını düşünüyordu. Ama Koçlar
gazeteyi Aydın Doğan’ın almasını uygun gördüler ve kendisini geniş ölçüde
desteklediler. Koç Grubu geri planda kaldı. Bununla birlikte Aydın Doğan,
Koçlar’a her zaman çok saygılı davrandı ve Koç Grubu, Aydın Doğan’ın yönettiği medyada
hiçbir zaman eleştiri konusu olmadı. Bu bir vefa borcuydu.” Sebebinden
bağımsız, sizce Topuz’un Koç Grubu’na dair olumsuz haberlerin yayınlarında yer
almadığı değerlendirmesi sizce tamamen yersiz mi?
Koç ailesi ile Vehbi Koç ve çocuklarıyla Aydın Doğan’ın özel
bir yakınlığı olduğu sır değil. Koç grubuna ilişkin olumsuz haberlerden neyi
kast ettiğini bilmiyorum ama şunu söyleyeyim. Benim yönettiğim Milliyet’te, o
zaman Koç ailesine ait olan Migros’ta zararlı ürünler satıldığı ile ilgili
haber birinci sayfadan yayınlanmıştı.
Tantan sansürü iddiasına yanıt: Niye Türkiye baskısında
olanı Kıbrıs’ta sansürleyeyim?
Adınızın geçtiği bir sansür iddiası, ilk olarak
MedyaKronik’te çıkmış, Fehmi Koru tarafından takip edilmişti: Sadettin
Tantan’ın istifası ardından, RTÜK yasasının Meclis’ten geçeceği gün Milliyet’te
Tantan’ı öven...
Hasan Cemal’in yazısının Kıbrıs baskısında çıkmaması mı?
Hasan Cemal dahil 5 yazarın köşesine müdahale edildiği
iddiası.
Kim o yazarlar?
Gazetenin farklı versiyonlarında Cemal’in yazısının
yayımlanmaması, Melih Aşık ve Meral Tamer’in yazılarında Tantan’a ilişkilerin
bölümlerin tırtıklanması...
Hasan Cemal’in yazısı Kıbrıs baskısında yok, diğer bütün
Türkiye baskılarında var. Niye Kıbrıs baskısını sansürlemiş olabilirim de
Türkiye baskılarını sansürlememiş olabilirim? Kıbrıs’ta Aydın Doğan’ın işi var
diye mi? Şimdi bu arkadaşların, Fehmi Koru’nun ve acayip internet siteleri
kurup medya dedikodusu yazan arkadaşların işi bu.
Haberin sahibi MedyaKronik’in hakkını yemiyor musunuz?
Çıkaranları tanımıyorum, haklarını da yiyor muyum
bilmiyorum, ben olanı söylüyorum: Niye Kıbrıs baskısında olmayan bir şey
Türkiye baskısında var? Bence sen, benden bu yanıtı aldıktan sonra onlara da
sormalısın ve bunu açıklamalılar; “Kıbrıs baskısında sansürlendi çünkü şu
nedenle...” İki baskı arasındaki saat farkı bir. Saat 6 gibi Kıbrıs baskısı
dönüyor, bitiyor, uçağa gidiyor, 7.30 gibi Türkiye taşra baskısı dönmeye
başlıyor.
Yetişmedi mi diyorsunuz?
Hasan Cemal’in yazısının yetişmediğini söyleyebilirim ama
ötekilerinin durumunu hatırlamıyorum doğrusunu istersen. Ama prensip olarak
kimsenin yazısına ellemedim. Sadece Taha Akyol’la oldu, onlar da yazılarının
uzunluğu ile tartışmalardı. Bunlar sorulabilir sorular, Melih Aşık, Meral Tamer
biliyor olmalı, yazısının neresinden neyi atmışım. Dedikodu üzerinden gitmek
yerine somut olaylar üzerinden gitmek gazeteciliğe daha uygun. Çünkü bunlar
sorulup cevabı alınabilecek şeyler. Askere, “Genelkurmay Başkanı’na darbe
yapıyor musun” diye sorarsak yanıtı alamayız ama bir gazeteciye bahsettiğim
soruları sormak daha kolay. Gazetecilik de odur zaten. Onun için sen bu söyleşi
bitince bu arkadaşları ara ve sor bakalım. Hangi yazılarından hangi bölümü
atmışım? Hangi yazılarını yayınlamaktan imtina etmişim? Öte yandan şunu da söyleyeyim:
Genel Yayın Müdürleri’nin böyle bir hakları vardır, kullanırlar, kullanmazlar
orası ayrı. Gazetenin köşe yazarı da bu durumdan hoşlanmıyorsa gider başka
yerde yazar. Dünyada bu işler böyle oluyor.
Hem darbe eğilimleri, hem bu durum için de geçerli
söylediğiniz, ama medyanın kendi hatalarını takip eden MedyaKronik...
Ben tanımıyorum gerçekten onları.
Alper Görmüş, Ümit Kıvanç, Kürşat Bumin’in öncülüğünde
işleyen bir medya denetleme sitesiydi.
Bilmiyorum, ben Kürşat Bumin’i de tanımam. Yeni Şafak’ta
yazıyordu.
Uzun zaman önce çıkarıldı.
Sonuçta beni ilgilendiren bir durum değil. MedyaKronik’te
bunu yazan arkadaşlar, Meral Tamer’e “Yazınızdan şu bölümü atmışlar, doğru
mu?”, “Hangi bölümü atmışlar bana gönderir misiniz?” diyebilirlerdi. İlişki
böyle yürümeli, değil mi? Bu yoksa dedikodu yapılıyordur, o zaman da benim
dedikodu sitesi deme hakkım doğuyor. Bunlar kanıtlanabilecek iddialar.
Kanıtlamaktan imtina ediliyorsa amaç dedikodu yapmaktır. Eleştiri yapmak değil.
“Hanzade Doğan müdahale etmek istiyordu, görevden alındım”
Milliyet’te yayınınıza patron katından müdahale yapılmıyor
ve işleyiş aktardığınız gibi istediğiniz şekilde sansürsüz ilerleyebiliyorsa
yayın yönetmenliğinden neden ayrıldınız?
Hanzade Doğan ile anlaşamadığım için.
Neden anlaşamadınız?
Gazetenin yönetimiyle, yayın politikasıyla ilgili konularda
anlaşamadık.
Yayın politikasında neden anlaşamadınız?
O daha çok işlere karışmak, müdahale etmek istiyordu. Ben de
bunu istemiyordum. Gazetenin bir tane yöneticisi olur. İki kişi yönetmeye
kalkarsa kavga çıkar ve nitekim bu konuda anlaşamadığımız için doğal olarak
görevden alındım.
Aydın Doğan’ı ayrıştırdığınız Medya’da yöneticinin bağımsız
yayın yapma özgürlüğü, yönetim kızlarına geçince değişti mi?
Ben kendi durumumdan bahsediyorum.
Soruyu Milliyet’le sınırlandıralım.
Milliyet gazetesinden niye ayrıldım? Hanzade Doğan ile
anlaşamadığım için. Hanzade Doğan’la anlaşamadığım konu neydi? Gazetenin yayın
politikasının genel yayın müdürünün belirlemesiyle ilgili geniş yetkilerini
daraltmak istiyordu.
Hangi yetkilerinizi?
Gazeteye hangi haber girecek, hangi haber nasıl işlenecek...
Sizce bu değişime 2005’te ne sebep oldu, neden yayınların
içeriğine patron katından müdahale edilmek istedi?
Onu bilemiyorum, bunu müdahale edenlere sormak lazım.
“Gazeteler, yanlış yönetildikleri için batmadılar”
2005’in ardından yayınlarda gazetecilik ardından bir
gerileme olduğunu düşünüyor musunuz? Bu müdahaleleri kronolojisini çıkarsanız
çöküşün başlangıca koyar mısınız?
Aydın Doğan’ın Doğan Medya’dan çıkışını çöküş olarak
görüyorsak bunun sebebini gazetelerin yayın politikası değil, hükümetin basın
özgürlüğü ile ilgili tutumudur. Gazeteler, yanlış yönetildikleri için
batmadılar. Tam tersine hükümetin baskısı nedeniyle gazetelerini satmak zorunda
kalmış bir insandan bahsediyoruz. Dolayısıyla ona çöküş demememiz gerekir.
Aydın Doğan defalarca beraat ettiği davaları her seferinde yeniden karşısında
buldu. Mahkeme karar vermiş, kesinleşmiş ama aynı dava 6-7 kere açılmış.
Hukukun tamamen dışında şeyler bunlar. Türkiye’deki bütün şirketlerin birleştirilme
sürecinde aynı şeyler yapılır ve diğer şirketlere bir şey olmazken buraya 1
milyar dolardan fazla ceza tahsil edilmiş. Attığı her adım, kontrol altında.
Bir yandan hapis tehdidi, bir yandan mülkiyet hakkına tecavüz bile var.
Bodrum’daki marinaya kaçak ponton yaptığı iddiasıyla devlet marinaya el koymaya
kalktı. Kaçak ponton varsa ceza kesersin, mülküne el koymak gibi bir şey
olabilir mi? İşte Aydın Doğan bunlarla karşılaştı. Bunlarla karşılaşmış ve tek
başına bırakılmış bir insanın yapacağı şeyi yaptı ve sattı. Sattı, kurtuldu.
Sizce Aydın Doğan’ın sonucu değiştirmek için yapabileceği
bir şey var mıydı?
Dediğim gibi, onun iradesinden bağımsız gelişen şeyler
olduğu için ne yaparsa yapsın bu olurdu. Ancak en baştan itibaren biat etmiş
olsaydı kalabilirdi.
“Erdoğan, Doğan’ı arayıp çıkarılmamı istedi, ara verdim ve
bir daha başlayamadım”
Okuyucuya hatırlatmak için, satışa kadarki süreçte Doğan
Medya’da tartışma yaratan bazı gelişmeleri sıralayalım: 2007’de Emin Çölaşan’ın
kovulması, 2008’de Deniz Feneri haberlerinden sonra Erdoğan’ın yaptığı boykot
çağrısı, 2009’da 6 milyar 448 milyon 8 bin lira kesilen 1.2 milyar ödenen vergi
aslı ve cezaları, Akif Beki’nin 2009’da Radikal’e girişi, Ertuğrul Özkök’ün 20
yıl sonra yayın yönetmenliğinden alınması, baş yazar Oktay Ekşi’nin çıkarılışı,
2010 referandumunda evet diyen yazarların yok denecek kadar az olması, 2011
Milliyet ve Vatan’ın Demirören’e satılması, 2012 Cüneyt Özdemir ile Erdoğan
arasında ‘tinerci’ polemiği ve Erdoğan’ın “Herkes vitrinine layık olanı koyar”
çıkışı, 2013’te Gezi olayları esnasında CNN Türk ekranlarında penguen belgeseli
oynatılması, 2014’te Yılmaz Özdil’in ayrılışı, 2015’te içlerinde AKP’li
Boynukalın’ın da olduğu bir grubun saldırısı, 2016 Mehmet Ali Yalçındağ’ın
Berat Albayrak’la maillerinin Redhack tarafından ortaya çıkarılmasının ardından
gelen istifası, aynı yıl programında “Barış olsun” diyen Ayşe Öğretmen için
Kanal D Ana Haber’de Beyaz’ın özür dilemesi, 2017’de Orhan Pamuk söyleşisinin
sansürlenerek yayımlanmaması, aynı yıl Şubat ayında ‘Karargâh Rahatsız’ başlığı
ardından yayın yönetmeni Sedat Ergin’in istifası…
Çölaşan’ın kovulmasının AKP’yle ilgili olduğunu
düşünmüyorum, kişisel bir olaydı. Saymadınız ama sorarsanız, Bekir Coşkun
HaberTürk’e transfer oldu, kovulmadı. Oktay Ekşi, kovulmadı, istifa etti.
Siz uzun bir dönem, 7 Eylül 2017’ye kadar iktidarı eleştiren
yazılar yazabildiniz. Bu nasıl mümkün oldu?
Yazdım valla, kimse de bir şey demedi.
Kimse uyarıda bulunmadı veya sizin işten çıkarılmanız için
baskı yapılmadı mı?
Yazı işlerinin uyarısıyla bazı düzeltmeler yaptığım
olmuştur, hiç kuşkusuz. “Bu ifade çok ağır, bunu yumuşat” diye yayın veya yazı
işleri müdürünün uyarısıyla düzelttiklerim olmuştur. Onun dışında ben bildiğimi
yazdım ta ki 7 Eylül’e kadar. O tarihte de 30 Ağustos resepsiyonundaki
Genelkurmay Başkanı’nın eşinin başını örtmesiyle ilgili tartışmalar üzerine bir
yazı yazdım. O yazı üzerine Aydın Doğan’ı Recep Tayyip Erdoğan aradı. Ve ben
onun öfkesini yatıştırmak için yazılara ara vermiş oldum. Ama bir daha da
başlayamadım.
Erdoğan arayıp Doğan’a ne dedi, biliyor musunuz?
Kuran-ı Kerim’in okunmasına karşıymışım gibi şeyler.
Ve işten çıkarılmanız mı talep edilmiş?
Evet.
Hemen mi?
Herhalde hemen. O kadarını bilmiyorum, sormadım da doğrusu.
Çünkü Aydın Doğan bu nedenle çok üzgündü, ben de “Üzülmeyin, boş verin. Bir
süre bir şey yazmayım” dedim, öyle kaldı.
Size ‘yaz’ diyen olmadı mı?
Olmadı, ben bir iki sefer “Başlayım mı” dediğimde de yayın
müdürü Fikret Bila “Şimdi değil” dedi ve öyle kaldı.
“Erdoğan ile ilgili çok sert bir şey yazdığım zaman
uyarırlardı”
O vakte kadar hiç sansürlenmemiştiniz?
Hayır.
T24’te Doğan Akın, Hasan Cemal’in “İmralı Zabıtları”
haberinin ardından Milliyet’le yollarının ayrılmasına ilişkin eleştirel
yazıların Hürriyet’te Doğan Hızlan tarafından sansürlendiğini yazmıştı.
Ben benimle ilgili bir şey hatırlamıyorum. Önce Doğan
(Hızlan) Bey, Enis’ten (Berberoğlu) sonra Tufan Türenç yazı işlerinde yazıları
okumakla sorumluydular. Ve gördükleri bazı şeyler için yazarları arayıp
uyarıyorlardı. Beni de uyardılar, “Bu ifade ağır,” “Bundan sorun çıkabilir”
diye. Ama orada da son karar benim olurdu. Hasan Cemal’in ayrılışıyla ilgili
bana bir şey olmadı, başka kim vardı böyle şeyleri yazan, onu da bilmiyorum.
Hürriyet’te bahsettiğiniz ‘kalifiye editasyon,’ yani yazarı
arayanın yazı editörü değil de, kıdemli Doğan Hızlan olması kaç yılından
itibaren başladı?
En başından beri, Hürriyet’te yazmaya başladığımda bu vardı.
Benim Milliyet ve Radikal’de kurduğum düzende, köşe yazısı hangi editörün
sayfasındaysa okumakla yükümlü olan oydu. Hürriyet’teki düzendeyse, bütün
köşeleri bir kişi okuyordu. Köşe yazıları dokunulmaz değildir, bu normal,
sonuçta yazılar gazetenin bir parçası.
Sizden neler için ‘yumuşatma’ ricası yapıldı?
Recep Tayyip Erdoğan ile ilgili çok sert bir şey yazdığım
zaman uyarırlardı. Çünkü dava açıyorlardı, ama yazının özüne yönelik, “Bunu
yazma, başka şey yaz” gibi bir uyarı olmadı. “Bunu yumuşat” dediklerinde, “Yok,
bunu yumuşatmam, başka bir şey yazayım” diye yazılmış başka bir yazı olabilir,
ama “Sen başka şey yaz, ben bunu koymuyorum” denirse yazarın cevabı da şu olur
“Hayır, ben yazmıyorum kardeşim.”
Baktığımızda gördüğümüz son birkaç yazınızın başlığı “Kızlar
eğlenceli erkekler sever,” “Sevgilinize sarılın”dı. Siz neden bu içerikte
yazılar yazmayı tercih ettiniz?
Ben senenin 52 haftasının yaklaşık 45’inde, Cumartesi
günleri özel başka bir konu yoksa böyle hafif yazılar yazdım. Onları şimdi
Pazar ekinde yazıyorum. Ben onları tercih ediyor değilim, zaten yazdığım
yazıları ana gazeteden Pazar ekine taşımış oldum.
Sonuçta bunlar yakın zamana kadar yan yazılardı, fakat ana
siyaset yazılarınız gidince bunların toplamına gazetecilik olarak bakmak pek
mümkün değil.
Gazeteci olarak yazmıyorum zaten o yazıları.
Dolayısıyla siz neden ayrılmadınız ve bunlarla devam
ediyorsunuz diye soruyoruz.
Pazar eki zaten bir gazete değil. O bir eğlencelik ürün.
Peki, ama sorumuz hâlâ geçerli.
Yazdırmıyorlar, ne yapabilirim? Boğazlarını mı sıkayım?
Ayrılmak bir seçenek olabilir mi diye merak ediyorum.
Evet, ayrılmak bir seçenektir. Ayrılmadım çünkü birincisi
gazetenin zarar görmesini istemedim. İkincisi kısa süre sonra başlayabileceğimi
düşünüyordum. Öte yandan nereye ayrılayım? Ne yapmalıydım sizce?
“Kadına şiddet, geyler, Kürtler, tacize uğrayan çocuklarla
ilgili hiçbir haberi göremeyeceksiniz”
Doğan Medya Hürriyet, Kanal D ve CNN Türk üzerinden pek çok
ödün verdi. Biraz önce vermeye çalıştığımız listedeki bazı maddeler bunların
örneği. Size yönelttiğimiz sorunun da arka planında şu sorgulama var:
Ödünlerden geriye kalan şey zaten ne kadar gazetecilikti? “Doğan Medya,
satışından önce gazetecilik açısından zaten bitmişti” diyen birine siz ne
dersiniz?
Doğan Medya’nın bitip bitmediğini, ne fonksiyonu olduğunu 6
ay sonra anlayacaksınız. Dayak yemiş kadın haberi bile gazetelerde çıkmamaya
başladığı gün, Doğan Medya’nın, Hürriyet’in, Posta’nın ne anlama geldiğini
anlayacaksınız. Şimdi anlamanıza imkân yok. Çünkü ön yargılısınız.
Sizce kadına yönelik şiddet haberleri dışında neleri
okuyamayacağız?
Birçok şeyi göremeyeceğinizi iddia ederim. Hayat biçimleriyle
ilgili haberleri, tehdit altında olan hayat biçimlerine ilişkin haberleri,
geylerle ilgili olanları, Kürtlerle, tacize uğrayan çocuklarla ilgili hiçbir
haberi göremeyeceksiniz.
Ceren Sözeri, bunlara rant ve nükleer santral haberlerini de
ekliyor. Bunların toplamını düşündüğünüzde, sizce Doğan Medya’nın, Demirören
Grubu’na satışıyla Türkiye neyi kaybetmiş oldu?
Nisbi bir çok seslilik vardı. O kaybolacak.
Aydın Doğan, Doğan Akın’a verdiği söyleşide çalışanların
durumunun satış görüşmelerinde gündeme gelmediğini söyledi. Bunu, satış
ardından yayın yönetmeni Fikret Bila’nın istifası ve haber sitesinin
direktörünün ameliyat iznindeyken işten çıkarılmasıyla birlikte düşündüğünüzde
siz, iş akdinizin geleceğine dair ne düşünüyorsunuz? Sonlanması durumunda sizin
bir sonraki durağınız neresi olur? Her koşulda, görüşmede çalışanların es
geçilmesi en azından burukluk yaratıyor mu?
Çalışanlar es geçildi ve bu ilk kez olmuyor. Sendikası bile
olmayan bir sektörden söz ediyoruz. Benim iş akdimi fesh edecekler mi, şu anda
bilmiyorum. Ama beni işten çıkarmaya hakları var, bunu yaparlarsa da kırılıp,
küsmenin alemi yok. Bunlar normal şeyler, tarihte işinden olan ilk gazeteci de
ben olmayacağım sonuç olarak. Sonraki durak neresi olur bilmiyorum. Türkiye’de
özgür gazetecilik için bir sonraki durak var mı, onu da artık bilmiyorum.
“2-3 milyon dolarla yarın gazete çıkarsam nerede basacağız,
kim dağıtacak, hangi bayide satacağız?”
Sizin gözünüzden medyanın sorunlarından birisi gazete
patronlarıyla sınırlarını çizemeyen gazete yöneticileriyse, yakın gelecekte
meslekten gelenlerin gazete çıkarmasını beklemek çok mu romantik?
Evet, romantik bir hayal bu. O gazeteyi nerede basacağız?
Kim dağıtacak? Hangi bayide satacağız?
Nedir bu bahsettiklerinizin maliyeti?
2-3 milyon dolarlık bir bütçe harcayarak yarın bir gazete
çıkartabilirim. Bunu kim basacak, kim dağıtacak, hangi tezgâha konulduğundan
nasıl emin olabileceğim?
Dolayısıyla artık imkânsız bir şey mi bu?
Bence imkânsıza yakın.
“Radikal 2 kapatılınca bana verir misiniz, haftalık gazete
yapabilir miyim, dedim. Kabul edilmedi.” 2014’te yaptığımız söyleşideki bunu
söyleyen siz, 2018’de bu teklifi yapmaz mıydınız?
Yapamam çünkü dediğim gibi dağıtım şirketi ve D&R’ın
satışıyla beraber tekelleşmeye doğru gidiliyor. Dolayısıyla bundan sonra mizah
dergileri, muhalif dergiler kendilerine tezgâhta ne kadar yer bulur, Sözcü’nün,
Cumhuriyet’in, Evrensel’in, Birgün’ün okuyucuya ulaşması ne kadar mümkün
olabilir göreceğiz. Ben artık bunun kolay olmayacağını düşünüyorum. Çünkü
karşımızda yüce gönüllü bir iktidar yok, amacı tek sesli bir medya düzeni
yaratmak. Bunun için yaklaşık 1 milyar dolar parayı devlet bankasından kredi
olarak verdiler, o paranın da boşa gitmemesi için gerekeni de yaparlar.
“Günde 10 lira sigaraya veren okuyucu,
50 kuruşu habere vermeye hazır değil”
Dijital yayın bir çözüm olabilir mi?
Dijital bir çözüm tabii, okuyucu para vermek isterse.
Gazeteciler havadaki toz ve nem ile beslenmiyorlar. Habere ulaşmak için de
muhabir lazım. Bu muhabirin iletişim olanaklarına sahip olması lazım, editörler
lazım. Bütün bu insanlara hayatlarını sürdürebilecek bir gelir sağlamak lazım.
Yazarlar vaktiyle çok para kazandılar, herkes kendi hayatını sürdürülebilecek
birikime sahip. Dolayısıyla bedava yazı yazabilirler. Ama o muhabirleri,
editörleri yaşatacak maddi bir kaynak yaratmak lazım. Ama bu tabloda okuyucu
da, reklam veren de buna istekli değil. Günde 10-15 lirayı sigaraya veren
okuyucu, 50 kuruş, bir lirayı haber almak için vermeye hazır değil.
Evet, ama söyleşinin başında sorunlarına değindiğiniz ancak
Boynerler gibi istisnaların olduğunu da söylediğiniz burjuvazi burada bir
kaynak olamaz mı?
O istisna ne kadar böyle bir şeyi besleyebilir, beslese ne
kadar dayanabilir?
Dolayısıyla henüz devam edebilen birkaç yayın dışında, özgür
medya sayfası sizce Türkiye’de kapandı mı?
Türkiye’de demokrasiyle beraber bu iş de ölüyor. Türkiye bir
diktatörlüğe doğru gidiyor ve bunun içinde özgür basına yer yok.
*Mehmet Y. Yılmaz’ın bu söyleşisi, Hazal Özvarış’ın P24
Medya Kitaplığı dizisinden çıkan ‘Kayıp Medya’nın İzinde’ kitabından
alınmıştır. (HAZAL ÖZVARIŞ – T24)