Page Nav

HIDE

Grid

GRID_STYLE

Reviews

SHOW_BLOG

İDAMLARININ YILDÖNÜMÜNDE SACCO VE VANZETTI: Dünyanın direnişi (VİDEO)

Sadece Amerika Birleşik Devletleri’nin değil, modern hukuk tarihinin de en utanç verici davalarından, aynı zamanda anarşist hareketin en öne...


Sadece Amerika Birleşik Devletleri’nin değil, modern hukuk tarihinin de en utanç verici davalarından, aynı zamanda anarşist hareketin en önemli direnişlerinden biri… Tüm aksi kanıtlara, düzmece kanıtların, yönlendirmelerin ayyuka çıkmasına rağmen, yedi yıllık bir dava ve mücadele sonucunda, Nicola Sacco ve Bartolomeo Vanzetti 23 Ağustos 1927’de haksız yere idam edildi. Davanın yargıcı Webster Thayer’e bakılırsa, suçlandıkları olayla hiç ilgileri olmasa bile, zaten ortadan kaldırılmaları gerekiyordu. Ne var ki, Sacco Vanzetti’nin hikâyesi onyıllarca dillerden düşmedi, sayısız şarkıya, kitaba, filme konu oldu. Amerikan adalet sistemine yönelik her eleştirinin ardında, onların kanının hesabı da soruldu.

İtalyan şüpheliler

15 Nisan 1920’de, saat 3 civarında, Massachusetts’in Kuzey Braintree beldesinde, Slater and Morrill ayakkabı fabrikasının veznedarı Parmenter ve bekçi Berardelli, 15 bin dolar tutarındaki bir parayla ofisten fabrikaya doğru giderken kurşunlandılar. İçinde birkaç adam olan bir araba olay yerine yanaştı, olayın failleri iki çantayı arabaya attılar, kendileri de binip uzaklaştılar.

Aynı esnada polis, komşu kasaba Bridgewater’da meydana gelen benzer bir olayı araştırıyordu. Her iki olayın görgü tanıkları ve sokaklardan haber sızdıran muhbirler, faillerin İtalyan olduğunda hemfikir olmuşlardı, işin içinde italyanlar ve bir de araba olunca, polisin gözü arabasını tamire veren Boda isimli bir şahıs üzerine yoğunlaştı. Arabayı kontrole giden polis, şüpheli şahıslar gördüğünde kendilerini uyandırması için tamirciyi uyardı.

Çok geçmeden Boda’nın Coacci isimli, radikal fikirlere sahip bir arkadaşı olduğunu öğrendiler. Braintree olayının ertesi günü Coacci’nin evine giden polis, onu bavulunu hazırlarken, evi telaşla terketmeye, İtalya’ya doğru hareket etmeye çalışırken buldu. Şerif Stewart önce cinayet ve soygun olayıyla Coacci’nin şehri terkedişi arasında bir bağlantı kuramadı, ama soyguncuları bekleyen ikinci arabanın Boda’nın arabası olma ihtimali hâlâ kafasını kurcalıyordu.

Halbuki Coacci’nin telaşının nedeni başkaydı: Boda’nın radikal fikirlere sahip bir arkadaşı önce tutuklanmış, birkaç gün sonra da Adalet Bakanlığı binasının yanında, kaldırımda ölü bulunmuştu. Arkadaşları muhtemel bir operasyona karşı önlemleri hemen aldı: Evraklar yok edilecek, arkadaşlar uyarılacaktı. Bir otomobile ihtiyaç vardı, gözler Boda’ya çevrildi. 5 Mayıs’ta dört İtalyan, Boda’nın arabasını almak için Johnson garajına geldi. Tamirci onlara arabanın henüz hazır olmadığını söyledi, ama polise haber uçurmayı da ihmal etmedi. Arabayı sormaya gelenlerden Sacco ve Vanzetti bir takside yakalandı, Boda kaçtı, ertesi gün dördüncü arkadaşları Orciani tutuklandı.

Beni iki kere assanız bile

14 Temmuz 1921’de jüri toplandı. Fabrika penceresinden olayı gören şahitler, cinayeti Sacco ve Vanzetti’nin işlediğini iddia ediyordu. Sacco ve Vanzetti’nin çok sayıda arkadaşıysa, cinayet saatinde onların bambaşka yerlerde olduklarını söylüyordu. Sacco ve Vanzetti’yi tutuklayan polislerse, üzerlerinde silah bulduklarının üzerine basıyordu. Bu kanıt yeterliydi. Sacco ve Vanzetti, elektrikli sandalyeye mahkûm edildi. Vanzetti savunmasında şöyle diyordu:

“Söyleyebileceğim tek şey masum olduğum. Hiç hırsızlık yapmadım, insan öldürmedim, kan dökmedim. Ama hayatım boyunca mücadele ettim, aklım erdiğinden beri, yeryüzünden suçu ortadan kaldırmak için çalıştım. Suçsuz yere maruz kaldığım bu muamele, istemem ki bir köpeğin, bir yılanın, yeryüzünün bu en düşük yaratığının başına gelsin. Şimdi bunlara maruz kalıyorum, bir radikal olduğum için. Gerçekten de öyleyim üstelik. Bir İtalyan olduğum için bunlara maruz kalıyorum, evet, ben bir İtalyanım. Ama beni iki kere assanız bile doğrulara inandım, ve eğer iki kere daha dünyaya gelecek olsam, yine şimdiye kadar yaptıklarımı yapmak için yaşardım…”


Amerika’da anarşizm

Sacco Nisan 1908’de İtalya’dan New York’a gel­mişti, Vanzetti’yse temmuzda. Birbirlerini ancak 1917’de tanıyabilmişlerdi. 1888 doğumlu Sacco, Amerika’da, önce bir inşaatın su şebekesi için çalıştı, çeşitli dökümhanelerde işçilik yaptı, en nihayet 1910’da, Milford’da bir ayakkabı firmasında iş buldu. 1891 doğumlu Vanzetti’ninse başından bulaşıkçılık, fabrika işçiliği, taş kırıcılığı geçti; son mesleği balık satıcılığıydı.

İtalya’dan geldiklerinde “taşı toprağı altın” bir Amerika bulmadılar. Üstelik “özgürlükler diyarı” Amerika, yeni gelenler için artık adeta bir cehennem halini almıştı. Daha eski göçmenlerin çocukları kıtaya yerleşmişler, şehirlerini kurmuşlar ve düzeni tesis etmişlerdi; aralarına yeni insanlar istemiyorlardı. Özellikle İtalyan göçmenler “Dago” diye her fırsatta aşağılanıyordu. Günün her ânında hissedilen bu baskı, Amerikan hükümetinin yasalarınca da destekleniyordu. Göçmen işçilerin girişini engellemek, oturma izninin süresini kısaltmak, gerektiğinde apar topar sınırdışı etmek için kanuni dayanakları mevcuttu. I. Dünya Savaşı’nın ertesinde Amerikan toplumsal hayatında bir de “kızıllar” sendromu başgösterdi; bu korku da göçmenler korkusuyla birleşiyordu. Bu şartlarda İtalyan göçmenlerin önünde iki yol vardı: Ya meşhur İtalyan mafyalarını kuracaklar ya da örgütlenip sendikal mücadeleye başlayacaklardı…

Amerika Birleşik Devletleri topraklarında, özellikle İtalyanlar tarafından geliştirilen bir anarşist hareket 1880’lerden beri mevcuttu. Ünlü İtalyan hatipleri, yazarları, aktivistleri sık sık Amerika’yı ziyaret ediyor, konuşmalar yapıyor, dergiler, gazeteler çıkarıyordu. Carlo Caifero’dan Giuseppe Ciancabilla’ya, Carlo Tresca’dan Francesco Merlino’ya, Pietro Gori’ye pek çok İtalyan aydını, uzunlu kısalı Amerika ziyaretlerinde bulunuyor, havariler gibi şehir şehir geziyor, Amerika’da anarşist komünler kurmaya gayret ediyordu. Amerika’da anarşist hareket ilk büyük darbesini Haymarket olayıyla aldı: Chicago’daki patlama, birkaç polisin ölmesine, dört anarşistin asılmasına, bir anarşistin de hücrede intihar etmesine sebep oldu. Yine de işçiler arasında anarşizmin daha da güçlenmesine yol açan bu olay, yıllarca 1 Mayıs’ın yanısıra anıldı, büyük gösterilere, toplantılara vesile oldu.

Max Stirner’den Malatesta’ya pek çok düşünürden etkilenen anarşist hareket, anarşist-komünist, anarko-sendikalist, bireyselci anarşist ya da düpedüz anarşist gibi çeşitli küçük grupçuklara ayrılmıştı. Sacco ve Vanzetti, anarşist-komünistlere yakındı; makaleleriyle, ama en çok da hitabeti ve örgütçülüğüyle anılan Luigi Galleani’nin izinden gidiyorlardı. Galleani’yi izleyenler arasında taş ocağı işçileri, ayakkabı işçileri, madenciler, tekstil işçileri, inşaat işçileri vardı. Anarşist hareket içinde yayıncılık çok önemli bir yer tutmasına rağmen, işçilerin tek faaliyeti bu yayınları okumak değildi: Düzenli olarak toplanıyorlar, piknikler, konferanslar, konserler düzenliyorlar, tiyatro grupları oluşturup oyunlar oynuyorlar, seminerlere gidiyorlardı; çocukları için okullar bile kurmuşlardı. Seminerler, piknikler küçük katkılarla düzenleniyordu; Sanco-Vanzetti’yi Savunma Komitesi de yıllarca bu küçük katkılar sayesinde düzenli olarak çalışabilecekti.

Anarşist Portreler isimli kitabı Türkçeye de çevrilen Paul Avrich’e kulak verelim: “Sacco ve Vanzetti’nin devlete ve sermayeye acımasız bir savaş yürütülmesini savunan toplumsal militanlar oldukları gözardı edilmemelidir. Destekleyenlerin anlattıkları gibi masum hayalciler olmayan bu insanlar, hareketin, sabotaj ve suikast yönteminin kullanılması da dahil olmak üzere, ayaklanmacı şiddetten ve silâhlı misillemeden yana olan bir kolundandılar. Böylesi eylemlerin devletin korkunç şiddetine yanıt olacağına inanıyorlardı. Onlara göre, asıl kundakçılar ve caniler, umutsuzluğa sürüklenmiş yalnız isyancılar değil, her türlü yönetimin askeri kaynaklarıydı –ordu, milis, polis, ölüm mangaları, cellatlar. Bütün isyana eylemleri öven ve suç işleyenleri ezilenler uğruna yaşamlarını feda eden kahramanlar ve şehitler olarak yücelten Galleani’nin ve Sacco ile Vanzetti’nin tutumları buydu… Yüce idealler taşıyan ve günlük yaşamlarında kibar birer insan olan Sacco ile Vanzetti, henüz bunu doğrulayan hiçbir kanıt ortaya çıkmamış olmasına karşın, bu tür eylemlere katılmış olabilirler. Tutuklandıkları anda silahlı olmalarına ilişkin getirdikleri gerekçeler –Sacco çalıştığı fabrikada gece bekçisiydi, Vanzetti de balık satarken para taşırdı– inandırıcı değildir. Silah taşımalarındaki nedenin, misilleme eylemlerine inanan ve devlete uysalca boyun eğmeyi reddeden militanlar olmaları daha büyük olasılıktır. Nasıl olursa olsun, iki insana yakıştırılan ‘iyi bir kunduracı ve yoksul bir balık satıcısı’ imajının gözden geçirilmesi gerekmektedir…”

İnsanın insan gibi yaşaması için

Mahkeme binasının kurulduğu bölge, New England’lı küçük çiftçilerin ikâmet ettiği Dedham’di. Jürinin yarısını şerifin mason locasından arkadaşları oluşturuyordu. Atlantic Monthly’nin muhabiri Felix Frankfurter’in tırnak içi ifadesiyle, jüri, “örnek, sağlam ve zeki yurttaşlar”dan müteşekkildi. Bu insanların karşısında Sacco ve Vanzetti kırık dökük İngilizceleriyle duruyordu, öyle ki mahkeme kayıtları pek çok soruyu da yanlış anladıklarını gösteriyor. Bölge Savcısı Katzmann’la aralarında şöyle konuşmalar da geçebiliyordu:

“Bay Sacco, dün özgür bir ülkeyi mi sevdiğinizi söylemiştiniz?”

“Evet, efendim.”

“Bu ülkeyi Mayıs 1917’de seviyor muydunuz?”

“Bu ülkeyi sevmediğimi söylemek istememiştim.”

“Bu sevdiğiniz ülkenin askeri olmamak için Mexico’ya gittiniz mi?”

“Evet.”

“Karınızı sevme biçiminiz, size ihtiyaç duyduğunda ondan kaçmak olabilir mi?”

“Ondan kaçmadım ki.”

“Size ihtiyaç duyulduğunda ülkenizden kaçmak adice bir tutum değil mi?”

“Ben savaşa inanmam.”

“İnanmaz mısınız?”

“Hayır.”

“Bu yaptığınızın korkakça bir davranış olduğunu düşünüyor musunuz?”

“Hayır.”

“Bu yaptığınızın cesur bir hareket olduğunu mu düşünüyorsunuz?”

“Evet.”

“Kendi karınızdan kaçmak da cesur bir hareket mi olurdu?..”

“Hayır.”

“Size ihtiyaç duyduğunda hem de?”

“Hayır.”


Bu abuk subuk sorgulamadan sonra, Sacco savunmasına şöyle devam ediyordu:

“Ben İtalya’dayken, çocukken, cumhuriyetçiydim. Eğitimi sağlamak, gelişmek, aileye gelecek inşa etmek, çocukları yetiştirmek için onların daha çok şansı olduğuna inanırdım. Ama bana öyle geliyormuş. Bu ülkeye geldiğimde burada daha önce düşündüklerimin olmadığını gördüm. Burada her şey daha farklıydı. İtalya’da buradaki kadar çok çalışmıyordum. Orada daha özgür bir hayatım vardı. Aynı şartlarda, ama daha az çalışıyordum, günde yedi-sekiz saat, yemekler de daha iyiydi. Elbette burada da iyi yemekler var, büyük bir ülke burası, ama harcayacak parası olana; çalışan sınıflara, işçi sınıfına değil. İtalya’da bir işçi için sebze yemek, hem de taze sebze yemek daha yüksek bir ihtimaldi. Ben de tutup bu ülkeye geldim. Çalışmaya, çok çalışmaya başladım, 13 sene boyunca ve eskisi gibi bir aileye bakamayacağımı gördüm. Bankaya koyacak param olmuyordu, oğlumu okula, başka yerlere gönderemiyordum…

En iyi adamların, zeki, eğitimli adamların hapse atıldıklarını, yıllarca çıkamadıklarını, orada öldüklerini gördüm. Debs mesela, bu ülkedeki en büyük adamlardan biri, bugün hâlâ hapiste, sosyalist olduğu için. İşçi sınıfının daha iyi şartlara, daha iyi yaşama, daha iyi eğitime sahip olmasını istiyordu, ama onu hapse attılar. Neden? Çünkü kapitalist sınıf onun istediklerine karşı olduğunu biliyor, çünkü kapitalist sınıf bizim çocuklarımızın liseye, üniversiteye, Harvard’a gitmesini istemiyor. İşçi sınıfının eğitilmesini istemiyorlar. İşçi sınıfının hep düşük kalmasını, ayaklarının altında olmasını, kafalarının hizasına gelmemesini istiyorlar. Rockefeller’lar, Morgan’lar, Harvard Koleji için 500 bin dolar ödüyorlar, başka bir okul için bir milyon dolar. Herkes ‘Rockefeller büyük bir adam, bu ülkedeki en iyi adam’ diyor. Ona sormak isterim, kim gidiyor Harvard Koleji’ne? Rockefeller’lar emekçi sınıflar üzerinden kaç milyon dolar kâr ediyor? Yoksul sınıfların Harvard’a gitme şansı olmayacak, çünkü adam haftada 21 dolar, 30 dolar alıyor, 80 dolar alsa kaç yazar, beş çocuklu bir ailesi varsa, doğanın nimetlerinden faydalanmak istiyorsa, yaşayamaz, çocuğunu okula gönderemez, Harvard’a gidemez. İnek gibi yemek istiyorsa –ki bence en iyisi bu– yapamaz bunları.

Ben insanların insan gibi yaşamasını istiyorum. İnsanların doğanın en güzel nimetlerinden faydalanmasını istiyorum, biz bu halklara, bu dünyaya aitiz, başka bir yere değil. İşte bu sebeplerden değişti benim düşüncelerim. Çalışan, üreten, koşulların her gün iyileştiğini gören ve artık savaşmayan insanları bu yüzden sevdim. Anne, evladını yetiştirirken acı çekiyor. Bazı günler bir parça ekmeğe ihtiyaç duyuyor, ekmeği bulduğu anda Rockefeller’lar, Morgan’lar, bütün öbürleri, yüksek sınıflar oğlanı savaşa gönderiyor. Neden? Nedir savaş? Savaş Abraham Lincoln’un, Abe Jefferson’ın yaptığı gibi bir şey değil artık, özgür bir ülke için savaşmak değil, daha iyi bir eğitim için başka insanlara fırsat tanımak için değil, öylesinin doğru olduğuna inandıkları için siyah adamı ve öbürlerini beyaz adamın yanına koymak için değil. Bu savaş büyük milyonerler için. İnsan medeniyeti için değil. İş dünyası için, kendi taraflarına milyon dolarlar aksın diye savaşıyorlar. Birbirimizi öldürmeye ne hakkımız var? İrlandalılarla beraber çalıştım. Alman arkadaşlarımla, Fransızlarla, pek çok başka insanlarla çalışıyorum. O insanları karımı sevebileceğim gibi, beni kabul eden halkım gibi seviyorum. Neden gidip de bu insanları öldüreyim? Bana ne yaptılar ki? Bana hiçbir şey yapmadılar, dolayısıyla ben de hiçbir savaşa inanmıyorum. O silahları parçalamak istiyorum.

Bütün söyleyeceğim, devlet önümüze kitapları koysun, bize eğitim versin. Hatırlıyorum, İtalya’da, altmış yıl önce, evet, altmış yıl önce, devlet iki şeyi kontrol edemiyordu. Şeytanlık ve hırsızlık alıp başını yürümüştü. Kabineden biri çıkıp demişti ki: ‘Bu kötülüklerin, bu cinayetlerin üstesinden gelmek istiyorsak, sosyalist eserlere bir şans tanımalıyız, insanları eğitmeliyiz, onlara hürriyet vermeliyiz. İşte bu yüzden devletleri ortadan kaldırmak istiyorum arkadaşlar.’ Sosyalistleri işte bu yüzden seviyorum. Eğitim isteyen, yaşamak isteyen, güzel evler isteyen, olabildiği kadar iyi olmaya çalışan insanları bu yüz­ den seviyorum. Maruzatım bu kadardır…”


Bombay’dan Moskova’ya

1925 yılında Celestino Madeiros isimli genç bir Portekizli bir itirafda bulundu: Braintree cinayetini Sacco ve Vanzetti işlememişti. 1920’de nakliye arabalarını çalan bir İtalyan çetesiyle tanışmıştı Madeiros. Kendisini 15 Nisan 1920’de Braintree’de yapılacak bir soyguna davet etmişlerdi. Tanınmamak için iki araba ayarlamışlardı. Madeiros isim vermekten kaçınmıştı, ama çeteyi teşhis etmek için gerekli ipuçlarını da vermişti. Morelli çetesi tanıma tıpatıp uyuyordu ve hayli kabarık bir dosyaları da vardı. Suç üslûpları da, o devirde kullandıkları silahlar da, arabalar da vakaya uyuyordu. Gerçekte New Bedford polisi de olaydan sonra onlardan şüphelenmişti, ama Sacco ve Vanzetti’nin yakalanmasından sonra kurcalamayı bırakmışlardı. Üstelik olaydan az sonra başka bir vesileyle yakalanan Madeiros’un banka hesabında 2800 dolar olduğu tespit edilmişti, Sacco ve Vanzetti’ninse kuruşu yoktu. Bütün bunlara rağmen dava yeniden açılmadı, Sacco ve Vanzetti idamlarını beklemeye devam etti…

Fakat dışarıda olay büyüyordu: Sacco-Vanzetti’yi Savunma Komitesi yılmadan çalışıyor, kamuoyunun dikkatini çekmek için çabalıyordu, ilk yıllardaki görmezden gelme, hatta komitenin çalışmalarına basın tarafından “ihanet” yollu ithamlar, yerini işçilerin gösterilerine, burjuvaların ve aydınların hukuka yönelik eleştirilerine bıraktı. Dava Amerika’nın sınırlarını da aştı bir süre sonra: Avrupa ülkelerinde, Sovyetler Birliği’nde, Avustralya’da, Güney Afrika’da Sacco ve Vanzetti için gösteriler, grevler düzenleniyordu. Britanya Parlamentosu’nun 22 üyesi, Amerika’dan davanın yeniden açılmasını talep etti. Anatole France, Romain Rolland, Henri Barbusse, Fritz Kreisler, Albert Einstein birbiri ardına açıklamalarda bulunuyorlardı. Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi’nden alalım:

“Son gün geldiğinde Londra’da İngiliz kömür işçileri, tekstil ve dok işçileri; Rio de Janeiro’da Birleşik Devletler elçiliği önündeki kalabalık; Moskova’da duvar gazetelerinin önünde bekleşen işçiler; Paris’te Amerikan elçiliği önünde bütün gece nöbet tutmuş olan insanlar; Varşova’da ellerindeki illegal afişleri asıp bitirmiş olan gençler; Sydney’de Amerikan elçiliğine doğru yürüyüşe geçmiş olan işçiler; Bombay’da işlerini bırakmış olan işçiler; Tokyo’da polislerin sopalarının önünden kaçmaya çalışan kalabalık; New York’ta ve diğer birçok Amerikan şehrinde son bir af umuduyla bekleşen insanlar, Sacco ve Vanzetti ile olan dayanışmalarını ve çaresizliklerini yaşıyorlardı…”

Dünya direndi, ama 20. yüzyılın en büyük dayanışmalarından biri sonuçsuz kaldı; “örnek yurttaşlar”ın kararları doğrultusunda, onca aksi kanıta rağmen, bir sürü düzmece kanıtla, Sacco ve Vanzetti’nin idam günü geldi. Braintree cinayetini onların işleyip işlememesinin aslında bir önemi yoktu; Yargıç Thayer’in dediği gibi, “zaten imha edilmeleri gerekiyordu”.

23 Ağustos 1927’de, önce Sacco, ardından Vanzetti, yedi dakika arayla, elektrikli sandalyeye oturtuldu…

(MERVE EROL / birartıbir.org / Express, sayı 16, Ağustos 2002)

İKİ KIYAK ADAM

Bakın hele, duydunuz mu haberleri?

Çalışıyordu Sacco bir kunduracıda

Vanzetti’yse balıkçıydı

İterdi elleriyle arabasını

Vaktiyle iki kıyak adam

Vaktiyle iki güzel adam

Gitti Sacco’yla Vanzetti

Bıraktılar bu şarkıyla beni

Sacco denizin ötesinde doğmuştu

İtalya’da bir yerlerde

Vanzetti’nin ne iyiydi ailesi

En iyi İtalyan şarabını içerdi

Sacco bir gün açıldı denize

Vardı Boston koyuna

Vanzetti de açıldı mavi sulara

O da vardı aynen Boston’a

Sacco’nun karısı üç çocuk doğurdu

Bir aile adamıydı Sacco

Vanzetti’yse bir hülya adamı

Kitabı her zaman ellerinde

Sacco kazandı yağıyla ekmeğini

Fabrikanın en iyi kundura kesicisiydi

Vanzetti gece gündüz konuştu durdu

Anlattı işçilere kavgayı mücadeleyi

Anlatırım eğer sorarsanız bana

Maaşların nasıl çalındığını

İki tezgahtâr fabrikanın orda vuruldu

Kuzey Braintree’nin sokaklarında

Yargıç Thayer dedi arkadaşlarına

Yıktım şimdi şu radikalleri yere

“Anarşist piç” isimleri iki güzel adamın

Yargıç Thayer’in gözünde

Söyleyeyim size savcının adını

Katzman, Adams, Williams, Kane

Yargıçla avukatlar hindi gibi kasıldı

Sirkteki soytarının hileleri yanlarında hiç kaldı

Vanzetti bindokuzyüzsekizde yanaştı rıhtıma

Çamurlu sokaklarda uyudu

“Örgütlenin” dedi işçilere

Ömrü elektrikli sandalyede son buldu

Siz insanlar hep olun benim gibi

Çalışın Sacco’yla Vanzetti gibi

Her gün bulun yeni kavga biçimleri

İşçi hakları için sendikanın yanında

Vaktim yok size bu hikâyeyi anlatmaya

Aynasızlar frukolar ensemde

Ama hatırlayacağım hep bu iki güzel adamı

Öldüler nasıl yaşanacağını göstermek için bana / Woody Guthrie

Hiç yorum yok

EKONOMİ/PARA/PİYASA