Özelleştirme, baraj ve HES yapımları, kentsel dönüşüm, parti hükümet destekli klientalist ilişkiler, sosyal hakların gaspı vb. birçok prati...
Özelleştirme, baraj ve HES yapımları, kentsel dönüşüm, parti hükümet destekli klientalist ilişkiler, sosyal hakların gaspı vb. birçok pratik ile temellenen neo-liberal rejim; talanın bu son safhasında ekonomik krizi belirginleştirerek toplumsal dayanışma ağlarının son halkalarını da birbirinden koparmayı amaçlamakta...
Türk lirası son bir ayda %41, son bir yılda ise %82,değer kaybetti. Bu kaybın yaklaşık %20’isi son bir haftada gerçekleşti. Görünen o ki bu değer kaybının kısa veya ortada vadede telafisi oldukça zor ve hatta dünya basınına bakılırsa bu değer düşüşü devam edecek.
İktidar ve çevrelerinin söylemlerine bakılırsa bütün bunların arkasında Düvel-i Muazzama var. Osmanlı’nın şaşaalı dönemin ardından girdiği gerileme ve çöküş dönemlerinden beri egemenlerin ana argümanını oluşturan “dış mihraklar”, “İslam düşmanları”, “Türk’ün gücünü kıskananlar” söyleminin mirasçısı olan bu yaklaşım ülkedeki her ekonomik krizi, siyasal karşıtlığı, toplumsal yarılmayı bir “dış mihrak” ile açıklayarak bu durumu bile kendi gücünü konsolide etmeye tahvil ediyor.
Ana muhalefet ve diğer bileşenlerin olmakta olana yönelik analizlerine bakılırsa bu krizin esas nedenini “Tek Adam” rejimi oluşturuyor. Başkanlık Sistemi’n geçilmesi ve yetkilerin tek bir elde toplanmasının bu krizin esas nedeni olduğu varsayılıyor.
İktidar ve yanlılarının penceresinden yapılan yorumların klasik bir milliyetçi ve ümmetçi söylemden öte anlam taşımadığını, her türlü kabahatin kaynağını dışarıda arayan bu “kutsal mazlumluk” teranesinin ancak kafasını kuma gömenleri ikna edebildiğini söyleyelim. Fakat kafayı kuma gömenlerin haylice fazla olduğunu da akıldan çıkarmadan…
Bir yandan Düvel-i Muazzama’ya öte yandan da Tek Adamlık’a yorulan bu krizi her iki şekilde de yorumlamanın meselenin ana boyutlarını tamamen gözden kaçırdığını ve krizin esas dinamiklerini görünmez kıldığını düşünüyorum. Krizin bu ekonomik yüzünün aynı zamanda ülkedeki siyasi ve toplumsal krizler üzerinde yükselen son derece ilişkisel bir temele dayandığı tespitinden hareketle; olmakta olanın karakteristiğine dair birkaç genel belirlemede bulunabiliriz.
Kürt hak mücadelesine yönelik “tedip ve tenkil” siyasetindeki ısrarın kendisi ile doğrudan alakalıdır. Sadece Türkiye Kürtleri ile sınırlı olmayan, son iki yıldır doğrudan Rojava Kürtlerine de yönelen ve “Kürt anasını görmesin” deyişinde özetlenebilecek yaklaşım bu krizin temel nedenlerinin en başında gelmektedir. Kürtlere yönelik doğrudan savaşa dayalı bu iç ve dış politika, ardında yıkılmış onlarca kent, yüzbinlerce zorunlu göç, binlerce can kaybı bıraktı ve Afrin gibi kentlerin büyük talanı ile sonuçlandı. Bu savaş siyasetinin ülke ekonomisine olan etkisinin ötesinde, özellikle Rojava’ya yönelik müdahalede Rusya ve Amerika’dan destur istemek için verilen ödünler, ülkenin sadece şimdisini değil aynı zamanda önümüzdeki onlarca yılını ipotek altına alan bağımlılığa da evrildi. Kürtlerin siyasi aktörlerini tamamen ortadan kaldırmayı, bunu başaramasa bile en aşağı bu aktörleri ve sosyal tabanlarını yıkım, talan ve mülksüzleştirme ile zayıflatmayı amaçlayan siyasetin yarattığı ekonomik, siyasal ve toplumsal sonuçları yaşanmakta olan ekonomik krizi ciddi oranda besledi.
Bu krizi anlamlandırmanın bir ikinci çerçevesi olarak, Türkiye’de 2000 sonrası yaşanan ve ilk başlarda ekonomik büyüme ve refah seviyesinin artması olarak görülen fakat gerçekte sadece belirli bir sınıf grubunun zenginleştiği, yoksulların daha da yoksullaştığı, sınıflar arası gelir uçurumunun arttığı neo-liberal talana bakmak gerekir. Özelleştirme, baraj ve HES yapımları, kentsel dönüşüm, parti hükümet destekli klientalist ilişkiler, sosyal hakların gaspı vb. birçok pratik ile temellenen neo-liberal rejim; talanın bu son safhasında ekonomik krizi belirginleştirerek toplumsal dayanışma ağlarının son halkalarını da birbirinden koparmayı amaçlamakta.
Yaşanmakta olan krizin bir diğer boyutu ise günden güne otoriterleşen iktidar partisinin bir yandan Kürtler, Aleviler, sosyalistler ve kadınlara yönelik günden güne artan baskı ve şiddeti; öte yandan ise kendi içinde yaşadığı çıkar ve iktidar çatışmalarının devletin kurumsal örgütlemesinde yarattığı tahribatlar ve bunların siyasi ve toplumsal alana olan yansımaları (yüz binden fazla ihraç, binlerce tutuklu, yüzbinlerce pasaport iptali vb) ile alakalıdır. Kürtlerin egemenlik haklarına, diğer toplumsal mücadele aktörlerinin ise yurttaşlık haklarına yönelik şiddetin yarattığı toplumsal hoşnutsuzluk, krizin beslendiği ana arterlerden birisidir.
Özetle yaşanmakta olan derin ve sarsıcı ekonomik krizin bu defa öncekilerden en temelde ayrıştığı nokta, krizin sadece ekonomik değil çok daha büyük bir siyasi ve toplumsal krizle iç içe geçtiği ve sonuçlarının da bu temelde yaşanacağı gerçeğidir. Kürtlerin hak ve özgürlük mücadelesine yönelik tutumda, neoliberal talanın önüne geçilecek önlemlerin alınmasında ve yurttaşlık temelli toplumsal muhalefete yönelik otoriter yaklaşımda bir değişiklik olmadığı sürece, kriz siyasi ve toplumsal bağlama da genişleyerek sarkacın iki ucunun devrim ve faşizmi gösterdiği bir salınımda ilerleyecektir. (Adnan Çelik - Yeni Yaşam Gazetesi)
Türk lirası son bir ayda %41, son bir yılda ise %82,değer kaybetti. Bu kaybın yaklaşık %20’isi son bir haftada gerçekleşti. Görünen o ki bu değer kaybının kısa veya ortada vadede telafisi oldukça zor ve hatta dünya basınına bakılırsa bu değer düşüşü devam edecek.
İktidar ve çevrelerinin söylemlerine bakılırsa bütün bunların arkasında Düvel-i Muazzama var. Osmanlı’nın şaşaalı dönemin ardından girdiği gerileme ve çöküş dönemlerinden beri egemenlerin ana argümanını oluşturan “dış mihraklar”, “İslam düşmanları”, “Türk’ün gücünü kıskananlar” söyleminin mirasçısı olan bu yaklaşım ülkedeki her ekonomik krizi, siyasal karşıtlığı, toplumsal yarılmayı bir “dış mihrak” ile açıklayarak bu durumu bile kendi gücünü konsolide etmeye tahvil ediyor.
Ana muhalefet ve diğer bileşenlerin olmakta olana yönelik analizlerine bakılırsa bu krizin esas nedenini “Tek Adam” rejimi oluşturuyor. Başkanlık Sistemi’n geçilmesi ve yetkilerin tek bir elde toplanmasının bu krizin esas nedeni olduğu varsayılıyor.
İktidar ve yanlılarının penceresinden yapılan yorumların klasik bir milliyetçi ve ümmetçi söylemden öte anlam taşımadığını, her türlü kabahatin kaynağını dışarıda arayan bu “kutsal mazlumluk” teranesinin ancak kafasını kuma gömenleri ikna edebildiğini söyleyelim. Fakat kafayı kuma gömenlerin haylice fazla olduğunu da akıldan çıkarmadan…
Bir yandan Düvel-i Muazzama’ya öte yandan da Tek Adamlık’a yorulan bu krizi her iki şekilde de yorumlamanın meselenin ana boyutlarını tamamen gözden kaçırdığını ve krizin esas dinamiklerini görünmez kıldığını düşünüyorum. Krizin bu ekonomik yüzünün aynı zamanda ülkedeki siyasi ve toplumsal krizler üzerinde yükselen son derece ilişkisel bir temele dayandığı tespitinden hareketle; olmakta olanın karakteristiğine dair birkaç genel belirlemede bulunabiliriz.
Kürt hak mücadelesine yönelik “tedip ve tenkil” siyasetindeki ısrarın kendisi ile doğrudan alakalıdır. Sadece Türkiye Kürtleri ile sınırlı olmayan, son iki yıldır doğrudan Rojava Kürtlerine de yönelen ve “Kürt anasını görmesin” deyişinde özetlenebilecek yaklaşım bu krizin temel nedenlerinin en başında gelmektedir. Kürtlere yönelik doğrudan savaşa dayalı bu iç ve dış politika, ardında yıkılmış onlarca kent, yüzbinlerce zorunlu göç, binlerce can kaybı bıraktı ve Afrin gibi kentlerin büyük talanı ile sonuçlandı. Bu savaş siyasetinin ülke ekonomisine olan etkisinin ötesinde, özellikle Rojava’ya yönelik müdahalede Rusya ve Amerika’dan destur istemek için verilen ödünler, ülkenin sadece şimdisini değil aynı zamanda önümüzdeki onlarca yılını ipotek altına alan bağımlılığa da evrildi. Kürtlerin siyasi aktörlerini tamamen ortadan kaldırmayı, bunu başaramasa bile en aşağı bu aktörleri ve sosyal tabanlarını yıkım, talan ve mülksüzleştirme ile zayıflatmayı amaçlayan siyasetin yarattığı ekonomik, siyasal ve toplumsal sonuçları yaşanmakta olan ekonomik krizi ciddi oranda besledi.
Bu krizi anlamlandırmanın bir ikinci çerçevesi olarak, Türkiye’de 2000 sonrası yaşanan ve ilk başlarda ekonomik büyüme ve refah seviyesinin artması olarak görülen fakat gerçekte sadece belirli bir sınıf grubunun zenginleştiği, yoksulların daha da yoksullaştığı, sınıflar arası gelir uçurumunun arttığı neo-liberal talana bakmak gerekir. Özelleştirme, baraj ve HES yapımları, kentsel dönüşüm, parti hükümet destekli klientalist ilişkiler, sosyal hakların gaspı vb. birçok pratik ile temellenen neo-liberal rejim; talanın bu son safhasında ekonomik krizi belirginleştirerek toplumsal dayanışma ağlarının son halkalarını da birbirinden koparmayı amaçlamakta.
Yaşanmakta olan krizin bir diğer boyutu ise günden güne otoriterleşen iktidar partisinin bir yandan Kürtler, Aleviler, sosyalistler ve kadınlara yönelik günden güne artan baskı ve şiddeti; öte yandan ise kendi içinde yaşadığı çıkar ve iktidar çatışmalarının devletin kurumsal örgütlemesinde yarattığı tahribatlar ve bunların siyasi ve toplumsal alana olan yansımaları (yüz binden fazla ihraç, binlerce tutuklu, yüzbinlerce pasaport iptali vb) ile alakalıdır. Kürtlerin egemenlik haklarına, diğer toplumsal mücadele aktörlerinin ise yurttaşlık haklarına yönelik şiddetin yarattığı toplumsal hoşnutsuzluk, krizin beslendiği ana arterlerden birisidir.
Özetle yaşanmakta olan derin ve sarsıcı ekonomik krizin bu defa öncekilerden en temelde ayrıştığı nokta, krizin sadece ekonomik değil çok daha büyük bir siyasi ve toplumsal krizle iç içe geçtiği ve sonuçlarının da bu temelde yaşanacağı gerçeğidir. Kürtlerin hak ve özgürlük mücadelesine yönelik tutumda, neoliberal talanın önüne geçilecek önlemlerin alınmasında ve yurttaşlık temelli toplumsal muhalefete yönelik otoriter yaklaşımda bir değişiklik olmadığı sürece, kriz siyasi ve toplumsal bağlama da genişleyerek sarkacın iki ucunun devrim ve faşizmi gösterdiği bir salınımda ilerleyecektir. (Adnan Çelik - Yeni Yaşam Gazetesi)