Cumhuriyet, “Cumhuriyetçilerin” savunamayacağı kadar (ve hatta bazen ortak da oldukları) büyük bir saldırı altında. AKP’nin bu saldırganlığı AKP ile uzlaşarak değil, bütün toplumsal muhalefet güçlerinin etkin karşı duruşu ile püskürtülebilir. Bu da AKP politikalarıyla uzlaşıp diğer ilerici muhalefet güçlerine sırtını döndüğü ya da cephe aldığı noktada CHP’nin de etkin bir şekilde eleştirilmesini gerektirir...


Cumhuriyet’in ilanının 96. yıldönümü AKP iktidara geldikten sonra ilk kez bu ölçekte büyük ve coşkulu kutlamalara sahne oldu. İstanbul başta olmak üzere pek çok büyükşehir belediyesinin CHP tarafından kazanılması bu kutlamalar için hem imkân hem de motivasyon sundu. AKP iktidarı karşısında muhalefetin en önemli mevzisi konumundaki yerel yönetimler aracılığıyla Atatürk ve Cumhuriyet imgeleri etrafında seferber olan bu toplumsal direncin ne iktidar ne de muhalefet tarafından hafife alınabilecek bir potansiyele işaret ettiği yadsınamaz.

Öte yandan imgesi etrafında seferber olunan o eski Cumhuriyet’in temel ilkelerinin yerinde yeller estiği de yadsınamaz. “Ulusal egemenlik” ilkesi, yerini, kendini ulus yerine koyan Tayyip Erdoğan’ın kişisel egemenliğine bırakmış. TBMM, artık Saray’ın gölgesinde sembolik bir kurum. Seçme ve seçilme hakkı, Kürtlerden başlayarak bütün muhalif kesimler için varla yok arasında. Hukuk, yok. Laiklik, hak getire.

Sahi bu yığınlar 29 Ekim’de neyi kutladı? Cumhuriyet’in kurucularını “iki ayyaş” diye anan adamın, Saray’daki alkolsüz ve Kuran tilavetli 29 Ekim resepsiyonunda kanepelere yumulan ve fotoğrafını da “Eskiden biber gazı yemeden Cumhuriyet bayramımızı kutlayamıyorduk, şimdi bol bol ikram yememizi rica ettiler” diye paylaşan eblehlik genel yayın yönetmeninin kutladığı şeyi mi? Değilse fark nedir? Fark varsa, HDP desteği ile AKP’yi alt eden CHP’li büyükşehir belediye başkanları, HDP’li başkanlar kayyum marifetiyle devre dışı bırakıldıktan sonra Tayyip Erdoğan’ın “Büyükşehir Belediye Başkanları Toplantısı” davetine neden itirazsız koşa koşa gitmiş, Saray’ın Büyükşehir Belediyesi Yasasında değişiklik planlarına neden katkı sunmuştur? Kayyumla görevinden uzaklaştırılan ve sonrasında İmamoğlu’nun Diyarbakır’da ziyaret edip Atatürk tablosu hediye ettiği HDP’li belediye başkanları tutuklandıktan üç gün sonra, Ekrem İmamoğlu neden günümüzün padişahlık abidesi olan Çamlıca Camii’nde Tayyip Erdoğan’la yan yana namaz pozu vermiştir?

Anlaşılan o ki Cumhuriyet, “Cumhuriyetçilerin” savunamayacağı kadar (ve hatta bazen ortak da oldukları) büyük bir saldırı altındadır.

Bir 29 Ekim sabahı

Bu 29 Ekim’e bayram kutlamalarıyla değil yeni bir kayyum ilanıyla uyandık. İçişleri Bakanlığı, 31 Mart yerel seçimlerinde yüzde 77 oy oranına ulaşan Cizre Belediyesi Eş Başkanı Mehmet Zırığ’ı görevinden uzaklaştırarak yerine kayyum atadı.

Bir hafta önce de kayyumla görevlerinden uzaklaştırılan Diyarbakır Büyükşehir Belediye Eş Başkanı Selçuk Mızraklı, Kayapınar Belediye Eş Başkanı Keziban Yılmaz ve Kocaköy Belediye Eş Başkanı Rojda Nazlıer tutuklanmıştı. CHP’nin de onay verdiği bir Saray savaşının gürültüsü altında bu tutuklamalar görece sessiz sedasız halloldu.

HDP Eş Genel Başkanları Sezai Temelli ve Pervin Buldan, 29 Ekim dolayısıyla paylaştıkları mesajda, Cumhuriyet’in 96. kuruluş yıldönümünde Cizre’ye kayyum atanması ile birlikte şimdiye kadar 4 milyona yakın insanın iradesinin yok sayılıp 19 belediyenin gasp edildiğine dikkat çekerek şunları söyledi: “Her ne kadar bugünün iktidar sahipleri konumlarını kaybetmemek için zehirli dillerinde ve savaş politikalarında ısrar etseler de, Türkiye halklarının daha fazla düşmana, ötekiye ve yersiz tehdit algılarına değil; daha fazla dosta, birlikte yaşam iradesine, demokrasi, barış ve adalete ihtiyacı var.”

Vur patlasın, çal oynasın

“Kürdün kaderi bu” deyip geçmek de bir tercih ama Türkün kaderi de Kürdün kaderine bağlı. Nasıl ki AKP ülkenin batısında Kürt hareketinin desteği ile alt edildi, AKP Kürt hareketini ezerken onu yalnız bırakmak da bu hayati destekten vazgeçmek anlamına gelmiyor mu? Cumhuriyet kutlamalarının neşesiyle dolu gecenin sabahında basına üç haber düştü. Meğer AKP de kutlama yapıyor, “Barış Pınarı Harekatı” sayesinde muhalefet blokunun çatladığını ve 31 Mart-23 Haziran seçimlerinde açığa çıkan yeni iktidar alternatifi olasılığının ortadan kalktığını konuşuyormuş. İstanbul Boğazı ve çevresindeki yetkiyi İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin elinden almak için yeni bir yasa hazırlıyormuş. Ayrıca Büyükşehir Belediyesi Yasası’nı belediyelerdeki yönetici atamalarını Erdoğan’a bağlayacak şekilde değiştirmeyi düşünüyormuş.

Merkezi iktidar ile muhalefetin elindeki yerel yönetimler arasındaki gerilim bitmeyecek. Ta ki bütün belediyeler Saray’a teslim edilene ya da Saray’ın hükmü bitene dek. CHP, 31 Mart-23 Haziran zaferinin arkasındaki anahtar desteği sunan Kürt hareketine sırtını döner, toplumsal muhalefeti de karşısına alırsa teslimiyete giden yolun taşlarını elleriyle döşemiş olacak. Savaşa verilen destek, kayyumlar ve tutuklamalar karşısında etkin bir tutum sergilenmeyişi, sağla uzlaşma, öte yandan toplumsal muhalefet özneleriyle mesafe koyma çabaları, belediye çalışanlarının hak talepleri karşısındaki saldırganlık hayra alamet değil. Sürpriz de değil ama sessiz kalınacak bir durum da değil.

Görülüyor ki CHP’li adayların kazandığı belediyeler, CHP’lilerin savunamayacağı kadar (ve hatta bazen ortak da oldukları) büyük bir saldırı altında. Cumhuriyet’in, “Cumhuriyetçilerin” savunamayacağı kadar büyük bir saldırı altında olması gibi.

AKP’nin bu büyük saldırganlığı AKP ile uzlaşarak değil, bütün toplumsal muhalefet güçlerinin etkin karşı duruşu ile püskürtülebilir. Bu da AKP politikalarıyla uzlaştığı noktada CHP’nin de etkin bir şekilde eleştirilmesini gerektirir.

Siz yine de dilerseniz Saray’ın serbest bıraktığı bir tür afyona dönüşen İzmir Marşı ile kendinizden geçip Boğaz’da havai fişek patlatarak kayyum Cumhuriyet’ini kutlayabilirsiniz. Ertesi gün Boğaz’a kayyum atandığını haber aldığınız nostaljik bir eğlence olur. (ALİ ERGİN DEMİRHAN - SENDİKA.ORG)
Daha yeni Daha eski