Demirden dağı eriterek Ergenekon’dan çıkışa öncülük eden Börteçine adlı demirci mitini benimsersek, şöyle çekiçli bir emekçi sembolüne varmaz mıyız maazallah?
KAN DAMLAYAN BİR İŞARET
Türkiye A Milli Futbol Takımı Hollanda’ya yenilerek, turnuvaya çeyrek finalde dramatik bir şekilde veda etti. Formaları silip iki takım arasındaki bir futbol maçı olarak bakılınca dramatikti gerçekten, çünkü 70’inci dakikaya kadar galibiyete dokunacak kadar yaklaşmış bir takım görüntüsü vermişken, iki pozisyon hatasıyla, maçı kaybettiler. Herkes değerlendirir elbet, golcüsüz kadro, hakemlerin Hollanda’nın taktik sertliğine müsamahası, ekolsüz, sistemsiz, bireysel performansa, inatçı mücadeleye dayalı kaotik oyun vesaire, gırla gider, anlamam, ama Arda’nın 55’te direği bulan üst düzey frikik vuruşu hatırına bile maçı uzatacak bir beraberlik olabilirdi hiç değilse.
Peki, şu günlerdir gündemi işgal eden Merih Demiral’ın “bozkurtlu” sevinci ortamında, yeniden bir milliyetçi hezeyan dalgası yaşanmasına karşı, elenmeleri iyi oldu denilebilir mi? Diyenler olacaktır mutlaka, hatta, Samet’in, attığı gol sonrası secdeye varıp sentezin İslam kısmını da tamamladığı sırada Erdoğan ailesinin ve Büyükekşi’nin falan tribünü balkon şovuna çeviren sevinçlerinin kursakta kalması açısından haklı da görülebilirler. Ama bu neyi değiştirir?
Kuşkusuz, ulusal nitelikli başarıların, milliyetçiliği körükleyen, iktidarın “kasa alır”ına yarayan, halkın sorunlarının, sınıfsal tahakkümün üzerini örten sıva olarak kullanılması bir kuraldır. Kadın Voleybol takımının özellikle son dönem kadro bileşiminden kaynaklı olarak bununla çelişmesi istisnaidir. Kolektif kadın sporlarındaki modernleşme, böyle bir iktidarla uyum sağlayamayacağı içindir ve maalesef konjonktüreldir.
Ancak, işin bir de toplumun başarı ihtiyacı, sadece iktidarca kullanılan değil, iktidarı değiştirebileceği güç duygusuyla ayağa kalkma motivasyonu veren bir kendine güven arayışı yönü vardır.
Merih Demiral’ın, o çirkin el işareti, gölge oyunlarındaki kurt - köpek yansıması olarak belki mağarada yanan ateşler zamanından kalmadır, ama konuyu “Türk tarihi sembolleri”ne çekmeye karşı tartışma, hangi yönden olursa olsun, bir meşrulaştırma, normalleştirme sürecine elverir.
Belki hazır bu turnuva Türkiye için sona ermişken, doğurduğu bu tartışmayı ve saflaşmayı değerlendirme fırsatı buluruz, en azından bir sonraki herzeye kadar...
Tabii ki, işi Ergenekon’dan çıkışa, kurt mitinin doğuşuna bağlayacak kadar uzun boylu değinecek değiliz. Son günlerde öyle çok yönüyle yazıldı konuşuldu ki, tekrara gerek yok. Efsanenin hangi versiyonunun esas alınacağı da değil mesele. Öyle ya, demirden dağı eriterek Ergenekon’dan çıkışa öncülük eden Börteçine adlı demirciyi ve çıkışta örsün üzerinde çekiçle demir dövmesini benimsersek, şöyle çekiçli bir emekçi sembolüne varmaz mıyız maazallah? Kawa’ya döneriz yahu! Göktürk’tü, Moğol’du tartış dur.
Boşverin, Türk tarihine, Atatürk’e, Cumhuriyet resmî tarihine yamayanları, “sarışın bir kurda benziyordu”dan medet umanları, Bizzat Atatürk’ün yanıt verdiği “Bozkurt” kitabını tanık tutan “çok bilmiş”lerle uğraşmayı. “Bu, sadece MHP şebekesinin kan damlayan ellerinin uğursuz işaretidir” dışında tek kelime gerekmez. Gerekmez, çünkü, tarihle genelleştirme, oradan MHP çetesine pay düşürme oyalaması karşısındayız.
Yalnız, 1999’u çağrıştırdı son günlerde olan biten. Şöyle bir pasaj yazdırmış bana Nisan 1999 seçimleri:
“MHP’nin iktidardan büyük pay aldığı bir güne uyandıklarında insanlar, kavramların, adların, tanımların, analizlerin, özetle, anlamaya çalışan insandan tavır alan insana geçişin düşünsel birikiminin, geçici de olsa, bir anlık panikle ya da yaşanan şokla da olsa, öyle bir berhava olmuşluğuna tanık oluyoruz ki. “Nah, şu” işaret dili noktasına dönüş kaçınılmaz oluyor...
MHP, eski MHP değilmiş. Merkeze kaymış. Geçmişinde bırakmış, içinden tasfiye etmiş “fanatik ırkçı militanları ve mafyalaşmış unsurları”. Artık kan davasını unutmanın, MHP’nin uzattığı uzlaşma elini sıkmanın zamanıymış. Ayrıca, sandıkta dile gelen seçmenin iradesi, göz ardı edilemezmiş. İktidar sorumluluğu, MHP’yi olgunlaştıracak ve iyice merkeze yerleştirecekmiş... Güzel değil mi? Hele Cumhuriyet’te mi, bir manşet vardı ki: Devlet Bahçeli, Susurluk’un çözülmesine yardımcı olma sözü vermiş! Peh!
“Seçim sandığı değil, sihirbaz sandığıymış mübarek... Bir gecede, temkin, tedbir, tevekkül saçıverdi ortalığa. Bunu dağıtmak, işaret diliyle mümkün artık. Kan ve ölüme işaret etmekle. Turan’a, Hira Dağı’na, Tanrı Dağı’na işaret etmekle... Maraş’a, Çorum’a, Sivas’a, oluk oluk devrimci, aydın kanı akan sokaklara… Zamanın önde gelen MHP’lisi, 12 Eylül faşizminin ilk günlerinde, “Amma garip,” demişti, “fikirlerimiz iktidara geldi, biz hapisteyiz”. Şimdi o fikriyat, bizzat kendi örgütüyle iktidara geliyor, ama ortalık allama pullamadan geçilmiyor... Değişmişler! Temenni midir, korku mudur, yılgınlık mıdır, belirsiz...
“İşaret, somut bir olguya yöneliktir. O olguyu adlandırır, kavramlaştırırken, zihin faaliyetindeki bulanma, olgunun kavranamamasına dönüşüverir. Kelimeler öne çıkar. Kelimeler... Beyanlar, yapılanların üzerine örtülür. “Mafyaya bulaşanlar bizden değildir” denilir, el çırpılır, “Bakın, onlardan değilmiş!” MHP’nin şiddet ve karanlık dolu tarihini, kelimelerin yardımıyla bir gecede siliverdi... Ne sandıkmış o be!”
Şimdi Merih Demiral adlı bir şabalak çocuğun, görüp Türklük sembolü diye duyduğu bir işareti yapmasıyla, doğan tepki dahil, benzer süreç işliyor. MHP’nin normalleşmesi, bir adım sonra normlaşması.
“Solcu”larımız, demokratlarımız bile öyle teşneymiş ki küllendirmeye, barışmaya, “aman bi tatsızlık çıkmasın”a, MHP’nin kanla, katliamla örülü tarihini, o işareti aklayıp, genele mal ederek saklamaya çalışıyorlar. Bu arsızca gücü başka nereden alıyor ki bu faşist çete?
Madımak katliamının yıldönümünde, yürekten acı duyan ve bunu paylaşanların, “şu günümüzde az bir teselli olacaktı, bu işaret sevincimizi kursağımızda bıraktı” diyenlerden alıyor.
Yakılarak öldürülmüş onlarca aydın kefesine karşı çeyrek final kefesini önlediyse, iyi ki yapmış o salak o hareketi.
Yarın seçim olsa, “Bu çok önemli seçim, önce AKP gitsin” diye “Temel Dede”ye, “Meral Abla”ya, “Ümit Abi”ye, bozkurt selamlı seçmen avcısı CHP’ye oy isteyeceklerden, hatta iktidar koalisyonu çatlayıp da roller öncesine dönse, MHP’ye sırnaşması muhtemellerden alıyor.
Ne manidar zamanlama oldu, Sinan Ateş cinayeti üzerinden iktidar sıkıntıya girmişken MHP ortağına deterjan püskürtülmesi.
Demirel AP’sinin bile 1970’te tehlike görüp rapor yazdırdığı, sonrasında her türlü karanlık işte kullanılmaya uygun görüp raporu saman altı ettiği, paramiliter okulu “komando kampları”ndan bu yana, MİT’in, CIA’nın, “kontrgerilla ve mafya”nın anti-komünist cinayet örgütünden ibarettir MHP ve Ülkü Ocakları.
Sinan Ateş, Ülkü Ocakları’nın genel başkanıydı… Öldürülüşünün aydınlatılması, nasıl bir cinayet mekanizmasının süregeldiğinin görülmesini sağlayacaktır. Tabii, “kurtlar sofrası” deyiminin kaynağını akılda tutarak.
Ve unutmadan, ölen onca cana borcumuz varken, hiçbir kupa, hiçbir seçim taktiği, katillerle ateşkes sağlayamaz. (ASAF GÜVEN AKSEL - SOL. ORG)