SUNU GÜN ZİLELİ'YE TEŞEKKÜRLERİMİZLE... Gün Zileli’nin Temmuz 2014’ten beri Demokrathaber/ideahayat’ta “Gün Zileli’den Mektup Var”...
SUNU
"BİZDEN BİR SONRAKİ KUŞAĞIN BAKIŞ AÇISINI ÖĞRENMEM AÇISINDAN DA ÇOK YARARLI BİR SÖYLEŞİ OLDU"
HAYRİ GÜNEL- Daha öncesine yaşım nedeniyle canlı bir biçimde tanıklık edemedim ama 1978’den bu yana, yani yaklaşık 37 yıldır, sürekli gözlemlediğim bir gerçeklik var, o da şu; Türkiye sosyalistleri bolca ‘birleşiyor’ ve bolca da ayrılıyorlar. Hatta çoğu birleşmelerin sonu hani deyim yerindeyse ‘karakolda bitiyor’. Çok iddialı ve dahi çok tumturaklı ‘çağrı’ cümleleriyle ve sloganlarla başlayıp, yine çok iddialı ve dahi çok tumturaklı ‘sonuç bildirgeleriyle bir süre devam eden ama sonunda hep “ellerde patlayan” ve adları genelde ‘atılım’ ya da ‘yeni bir soluk’ olan süreçlerin, denemelerin ve girişimlerin sayısını unuttum diyebilirim. Bunların içerisinde kendi adıma beni en çok umutlandıranı 1996’daki ÖDP adımı olmuştu ama bu örgütlenmenin de bir süre sonra varabildiği noktanın çok da iç açıcı olmadığını görmek, açıkça söylemeliyim ki, aklımı ve yüreğimi epeyce örseledi. O kadar ki, başlangıcında burjuva medyasının bile şaşırtıcı bir yoğunlukla sayfa ve ekran açtığı bu hareket, sonunda, meclise gönderebildiği genel başkanını çok tuhaftır, partiden nasıl göndereceğini, haydi daha gerçekçi olalım, nasıl kovalayacağını bilemedi. Şu anki genel başkan ise geçtiğimiz günlerde, Syriza’ya atıfta bulunurken, ÖDP’nin treni kaçırdığını açıkça itiraf etti. Yanılma payımı da hesaba kattığımı belirterek, böyle bir 37 yılın genel hatlarıyla bana ve yaşıtım çoğu insana anlattığı manzara üç aşağı, beş yukarı bu olsa gerektir. Hani nasıl söylemeli, ne yapılmalıydı?, neler yapıl(a)madı? Bu anlamda Gün Zileli’den neler duyabiliriz? Bu arada yeri gelmişken, sosyalistlerin (solun) birleşmesinden ne anladığınızı da açıklarsanız buna hayır demeyiz.
GÜN ZİLELİ'YE TEŞEKKÜRLERİMİZLE...
Gün Zileli’nin Temmuz 2014’ten beri Demokrathaber/ideahayat’ta “Gün Zileli’den Mektup Var” üst başlığıyla yazıları yayınlanıyor. Kendisine, “bu başlık altında yazılarınızı yayınlayabilir miyiz?” diye sorduğumuz gün aldığımız cevap, “seve seve” olmuştu.
Gün Zileli’nin Temmuz 2014’ten beri Demokrathaber/ideahayat’ta “Gün Zileli’den Mektup Var” üst başlığıyla yazıları yayınlanıyor. Kendisine, “bu başlık altında yazılarınızı yayınlayabilir miyiz?” diye sorduğumuz gün aldığımız cevap, “seve seve” olmuştu.
Zileli’nin bir 68’li olduğunu, TİP, FKF ve Dev-Genç
geçmişini, bu yapılardaki yöneticiliğini, ardından gelen Aydınlık – Halkın Sesi
– TİKP dönemlerini biliyoruz. Hapislik ve kaçaklık dönemlerini de… Sürekli
yazıyor ve üretiyor Zileli. Tam 22 kitabı, 11 de çevirisi var.
Türkiye gündemini ve özellikle de Birleşik Haziran
Hareketi’ni anlattırmak istiyorduk kendisine. “Olur mu?” diye sorduğumuzda,
Temmuz 2014’te verdiği cevabı tekrarladı yine: “Seve seve”.
Aşağıda yer alan röportaj işte bu cevapla birlikte şekillendi.
Röportajda yer alan sorularımızın uzunluğunun iki nedeni
var. Sorduğumuz sorularla ilgili olarak kendi düşüncelerimizi de açıklamak ve
böylelikle de, olası bir “körler-sağırlar” durumuna meydan vermemek. Öte
yandan, söyleşiyi tartışmaya ve bir canlılığa açık hale getirmek. Sorular işte
bu yüzden uzun tutuldu. Bu noktada amacımıza ulaşacağımızı umuyoruz. Okumak,
düşünmekle ilişkilendirilebildiği ölçüde okuyanı kavrar çünkü…
Sadece Birleşik Haziran Hareketi yok röportajda. Solun
birleşme sorunu, Çözüm Süreci, Yunanistan seçimleri, Gezi Direnişi, yaklaşan
milletvekili genel seçimi, Perinçek ve Aydınlık hareketi ve tabii ki Anarşizm”
de var. Gün Zileli’nin tespitleri ve cevapları net ve tok. Hatta kimi zaman da
mermi gibi.
Biz bu röportajdan “öğrendik”… Okuyanların da “öğreneceklerini”
biliyor ve Gün Zileli’nin cevaplarını ilginize sunuyoruz.
Sevgiyle, dirençli ve uyanık kalın…
Sevgiyle, dirençli ve uyanık kalın…
HAYRİ GÜNEL – 2 ŞUBAT 2015 SİLİVRİ
DEMOKRATHABER/İDEAHAYAT"BİZDEN BİR SONRAKİ KUŞAĞIN BAKIŞ AÇISINI ÖĞRENMEM AÇISINDAN DA ÇOK YARARLI BİR SÖYLEŞİ OLDU"
HAYRİ GÜNEL- Daha öncesine yaşım nedeniyle canlı bir biçimde tanıklık edemedim ama 1978’den bu yana, yani yaklaşık 37 yıldır, sürekli gözlemlediğim bir gerçeklik var, o da şu; Türkiye sosyalistleri bolca ‘birleşiyor’ ve bolca da ayrılıyorlar. Hatta çoğu birleşmelerin sonu hani deyim yerindeyse ‘karakolda bitiyor’. Çok iddialı ve dahi çok tumturaklı ‘çağrı’ cümleleriyle ve sloganlarla başlayıp, yine çok iddialı ve dahi çok tumturaklı ‘sonuç bildirgeleriyle bir süre devam eden ama sonunda hep “ellerde patlayan” ve adları genelde ‘atılım’ ya da ‘yeni bir soluk’ olan süreçlerin, denemelerin ve girişimlerin sayısını unuttum diyebilirim. Bunların içerisinde kendi adıma beni en çok umutlandıranı 1996’daki ÖDP adımı olmuştu ama bu örgütlenmenin de bir süre sonra varabildiği noktanın çok da iç açıcı olmadığını görmek, açıkça söylemeliyim ki, aklımı ve yüreğimi epeyce örseledi. O kadar ki, başlangıcında burjuva medyasının bile şaşırtıcı bir yoğunlukla sayfa ve ekran açtığı bu hareket, sonunda, meclise gönderebildiği genel başkanını çok tuhaftır, partiden nasıl göndereceğini, haydi daha gerçekçi olalım, nasıl kovalayacağını bilemedi. Şu anki genel başkan ise geçtiğimiz günlerde, Syriza’ya atıfta bulunurken, ÖDP’nin treni kaçırdığını açıkça itiraf etti. Yanılma payımı da hesaba kattığımı belirterek, böyle bir 37 yılın genel hatlarıyla bana ve yaşıtım çoğu insana anlattığı manzara üç aşağı, beş yukarı bu olsa gerektir. Hani nasıl söylemeli, ne yapılmalıydı?, neler yapıl(a)madı? Bu anlamda Gün Zileli’den neler duyabiliriz? Bu arada yeri gelmişken, sosyalistlerin (solun) birleşmesinden ne anladığınızı da açıklarsanız buna hayır demeyiz.
GÜN ZİLELİ- Mesele sosyalistlerin birleşmesi olarak
konmamalı bence. Sosyalistler birleşecek
de ne olacak? Bu belki bazı kişilere anlamlı gelebilir bugün ama bana pek fazla
bir şey ifade etmiyor.
Bugünün sorunu Türkiye’nin devrimci birikiminin birleşik
bir blok yaratmasıdır. Bu birikimin içinde sosyalistler de olabilir, anarşistler
de olabilir, anti-kapitalist Müslümanlar da olabilir, hatta sosyal demokratlar
da olabilir. Yani ideolojik ayrım koymadan bütün devrimci birikim bir blok
olarak bir araya gelmeli ve iktidarın hegemonyasına karşı bir özgürlük ve
anti-kapitalizm platformu yaratılmalıdır. Türkiye’nin ihtiyacı budur.
Geçmişte olanlar geçmişte kalmıştır, biz bugüne bakalım.
Geçmişte sol hareketler birleşemedi, tersine sürekli bölündü, çünkü hepsi de
bir iktidar paradigmasını temel almışlardı. İktidar “öncü” bir örgütle alınırdı.
O halde bu “öncü” örgütün iktidarı için her şey yapılmalıydı. Öbür “öncü”lerin
sahte olduğu iddia edilmeliydi. Örgüt içinde fikir ayrılığı çıkarsa muhalif
hizip derhal atılmalı ve örgütün “saflığı” korunmalıydı. Ortak cepheler kurulsa
bile bu cephede “öncü” örgütün kendini öncü olarak kabul ettirmesi için her
türlü hile hurda, her türlü ayak oyunu yapılmalıydı. Acı, üzücü deneyler
bunlar. Ve zaten bugünkü dünyada bir geçerliliklerinin olmadığı da anlaşıldı.
Bugünün sorunu, hiçbir ideolojik ayrım koymadan,
özgürlük, eşitlik ve modern kültürel kazanımlar için AKP tek parti
cumhuriyetinin diktatörlüğüne karşı bir araya gelmektir. Ben bugün birlikten
bunu anlıyorum.
HAYRİ GÜNEL- 15 – 16 haziran sürecinde ben 10
yaşımdaydım. Türkiye işçi sınıfı hareketinin bu çok önemli ve çok büyük
kalkışmasını sadece kitaplardan ve dergilerden okuyabildim. Kimi canlı
tanıklarından da dinledim. Ümraniye 1 Mayıs Mahallesi’ndeki gecekondu direnişi
gerçekleştiğinde 18 yaşımdaydım. Tariş Direnişi’nde ise artık 20 yaşıma
gelmiştim ve yaklaşık 1 ay devam eden oldukça sıcak o süreci çok yakından
yaşadım. Sonra aradan epey yıl geçti. İrili, ufaklı kimi eylemlilikleri ve 1
Mayıs kutlamalarını hesaba katmazsak, çok büyük bir bölümüne ‘hareketsizliğin’,
‘dağınıklığın’ ya da ‘donmuşluğun’ egemen olduğu bu yılların sonunda bir gün,
bu ülkenin önüne Gezi Direnişi çıktı. Yine kendi adıma konuşacak olursam eğer,
Türkiyeli emekçilerin, bu ülke halkının en büyük ve en radikal dört
kalkışmasının sonuncusu olarak gördüğüm Gezi Direnişi ile ilgili olarak, ‘renklerinin
karmaşıklığı’ –kimileri buna; renklerin zenginliği diyor ki, katılmam pek
mümkün görünmüyor- noktasında benim hala birtakım kuşkularım, çekincelerim ve
‘acaba’larım var. Ama bir yandan da yüreğimi oldukça hareketlendiren ve aklımla
benliğimi çok yoğun bir biçimde umutlandıran damarı da… Peki, Gün Zileli, Gezi
Direnişi’nde neler gördü? Sonuçları noktasında bize neler söyleyebilir? Süreç
boyunca epeyce öne çıktığını düşündüğüm bir ‘dağınıklık’ noktasında örneğin bu
kuşku, çekince ve ‘acaba’lar için hiç kuşkusuz bize anlatacakları vardır diye
düşünüyorum…
"DEVRİMCİLER VE SOSYALİSTLER GEZİ İSYANINA BAKSINLAR, NASIL HAREKET ETMELERİ GEREKTİĞİNİ ÖĞRENSİNLER"
GÜN ZİLELİ- Gezi direnişi günümüzün direniş biçimidir. Dünya çapında bir mücadeledir bu. Artık her şeyi kendi tekelinde tutan merkeziyetçi, katı disiplinli “öncü” örgütlerin modası geçmiş bulunuyor. Aslında Gezi hareketi, devrimcilere, sosyalistlere, anarşistlere, herkese, mücadelenin nasıl yapılması gerektiğini, nasıl bir araya gelinebileceğini öğretti. Orada şunu gördük: Mücadele eden herkes kardeştir.
İdeolojik ayrılıkların mücadele meydanında hiçbir önemi yoktur. Polise karşı direnirken bu tür ayrımların hiçbir anlamı yoktur. Çadırda nöbet tutarken de öyle. Kısacası, devrimciler ve sosyalistler Gezi isyanına baksınlar, nasıl hareket etmeleri gerektiğini öğrensinler. Gezi isyanı çokluğun direnişidir. Hiçbir tekeli, tepeden dayatmayı kabul etmez. Önümüzdeki dönemin devrimci bloklaşması böyle olmalıdır.
HAYRİ GÜNEL- Gezi Direnişi’ni izleyen sürece ülkenin
hemen her tarafındaki forumlar damgasını vurdu. Mahalleleri, semtleri, ilçeleri
ve illeri kaplayan epey hareketli bir gelişmeydi bu ve devam da ediyor.
Birleşik Haziran Hareketi (BHH) böyle bir sürecin sonuçlarından biriymiş gibi
bir algı yarattı herkeste. Hani sanki Gezi Direnişi hiç gerçekleşmemiş olsaydı,
BHH de olmayacaktı ya da kimsenin aklına gelmeyecekti gibi bir algıdan söz
etmeye çalışıyorum. Elbette tam olarak öyle değil ama insanlar gelişmelere
bakarak böyle düşünmekten de kendilerini alamıyorlar. Öte yandan, hareketin
sözcüleri, BHH’nin, Gezi Direnişi’ni büyütmek ve gelecek adına kalıcılaştırmak
anlamı da taşıdığını dillendirebiliyorlar. Kısacası ortada birçok cevap
bulamamış soru var gibi… Nedir aslında bu Birleşik Haziran Hareketi? Ve ne
değildir? Nasıl bir ihtiyaçtan doğmuştur? Türkiyeli sosyalistler ‘miras’
tüketmeyi çok iyi becerirler, bu anlamda olmak üzere, başka birçok sıçrama
tahtası herkesin, her kesimin hemen yanı başında duruyorken, hareketin en çok
da Gezi Direnişi ile beslenmeye çalıştığı gibi bir durum söz konusu mudur? Daha
net soracak olursak eğer; BHH gerçekten ‘doğru devrimci’ bir mevzi midir?, yoksa
kimi çevre ve unsurların öne sürdüğü gibi, “biz de bir şeyler yapalım artık”tan
yola çıkmış bir ‘parsa toplama’ girişimi ya da ‘aceleciliği’mi? Ben hem kendi
adıma hem de Türkiye solunun geleceği adına, BHH’nin, sadece dostların, o da
alış verişte gördüğü değil de, tam tersi herkeslerin görüp de umutlanacağı çok
canlı bir organizma olmasını istiyorum. Benim ‘doğru, devrimci mevzi’
ölçütlerim söyletiyor bunları bana… Siz neler söyleyeceksiniz?
"BİRLEŞİK HAZİRAN HAREKETİ BENCE DOĞRU BİR DEVRİMCİ MEVZİDİR BUGÜN"
GÜN ZİLELİ- BHH tam da günümüze uygun bir bloklaşma hareketidir. Adındaki “Haziran” vurgusu, gezi direnişi mirasına sahip çıkması anlamında olumludur. Ama bu, “Gezi’yi biz temsil ediyoruz” diye algılanır ve takdim edilirse yanlış olur. Çünkü Gezi’yi kimse temsil edemez. Gezi kendi kendini temsil eder. Günün birinde aynı kitlesellikte ve çoğullukta geri geldiğinde, işte o zaman Gezi kendi kendini yeniden temsil etmiş olur.
Ama Gezi’nin kitleselliğini her günkü harekette sürdürmek
mümkün değildir. Bu yüzden de gündelik mücadelenin görevlerini yerine getirecek
bir blok örgütlenmesine ihtiyaç vardır. BHH bu ihtiyacın ürünüdür. Yönelimi
doğrudur: AKP diktatörlüğüne karşı özgürlükleri ve eşitliği savunmaktadır.
Gezi’nin önemli hedeflerine sahip çıkmakta, ulusalcılardan farklı olarak Kürt
mücadelesine yakın durmaya çalışmakta, kentsel dönüşüme direnmekte, ekolojik
direnişlere önem vermekte, modern kültürel kazanımlara sahip çıkarak iktidarın
dinsel bağnazlığıyla mücadele etmektedir. Eksik noktası, aşağıdan yukarı sahip
çıkışın yetersiz olmasıdır. Solda her şeyin “yukarıdan” beklenmesi,
örgütlenmesi alışkanlığı vardır. Oysa her mahalli bölgede bu hedeflere sahip
çıkan insanlar bir araya gelip orada BHH bloklaşmasının yerel bir birimini
oluşturabilirler. Sonuç olarak, BHH bence doğru bir devrimci mevzidir bugün.
HAYRİ GÜNEL- HDK ve HDP girişimleriyle ilgili olarak
konuşulan her yerde ve çevrede ben ısrarla, bu yapıların herkeste yarattığı
algının onların adeta bir kaderi durumuna kadar ulaştığını söylemekten pek
çekinmedim. Neydi o algı hemen belirteyim. İçlerinde birden çok ve birbirinden
bağımsız yapıları, Kürt olmayan unsurları ve sosyalistleri barındırıyor
olmalarına rağmen her iki yapıya da asla ve hiçbir zaman; “evet sizler
sosyalist bir örgütlenmesiniz” gözüyle bakıl(a)madı ne hikmetse. HDK ve daha
sonra HDP ve şu an ki ardılları her zaman ve her şeyden önce birer Kürt
örgütlenmesi olarak akıllarda yer etmekten bir türlü kurtulamadılar,
kurtulamıyorlar. Bana göre tuhaf bir kader gibiydi bu durum sanki. Bu
yapılardaki unsurlar yola çıkarlarken belki de burayı hiç hedeflememişlerdi,
bilemiyorum. Ama böyle bir durağın, başlangıçtan bugüne yürünürken, bazı öznel
durumlar ve ilginç sayılabilecek gündemler nedeniyle galiba bir kaçınılmazlığı
da söz konusuydu. (Hatta / üstelik, son cumhurbaşkanlığı seçiminde Selahattin
Demirtaş’ın bu algıyı kırdığı yollu savunulara rağmen)… Şimdi benzer bir
durumu, bana göre biraz farklı olarak BHH de yaşıyor gibi. Fakat hemen
belirtmeliyim, bu “biraz” dediğim farkı ben tepeden tırnağa “magazin” olarak
adlandırıyorum. HDK ve HDP’yi “Kürt yoğun” olarak niteleyen çevre ve unsurların
da içinde olduğu çok geniş bir kesim, BHH’ni de “ÖDP yoğun” olarak
nitelendiriyor. Hatta BHH için, bir ÖDP kurnazlığı ya da ÖDP’yi daha sağlam bir
temele oturtma ve bu yolla tekrar ayağa kaldırma çabası diyenler bile var. Az
önce söylediğim gibi, bu tür yaklaşımlara ben magazin dedim her fırsatta… Peki
Gün Zileli ne diyor?, BHH’nin sahibi kim?, var mı böyle bir sahip? (ya da
olmalı mı?) BHH’nin sahibi ÖDP mi? BHH aslında bir “yeniden ÖDP” hareketi mi?
"BİRLEŞİK HAZİRAN HAREKETİ'NİN BİR SAHİBİ OLAMAZ, OLDUĞU ANDA ÖLÜR"
GÜN ZİLELİ- Ben böyle şeylere kulak asmam. Elbette her bloklaşmada örgütler kapışması veya ideolojik çekişmeler olur. Bu kaçınılmazdır. Bütün mesele, Gezi’ye ruhunu veren insanların bu bloklaşmaya sahip çıkıp blok içinde Gezi’deki gibi bir çokluk yaratabilmeleridir. Bu yapılabilirse o örgütsel çekişmeler ya da bloku kendi örgütü lehinde manüpüle etme çabaları da anlamsız kalacaktır. Kısacası yapılması gereken, BHH’yi Gezi’leştirmektir. Kitlesellik anlamında olamasa da, çokluk ve yan yana, omuz omuza mücadele bilinci açısından. Dolayısıyla BHH’nin bir sahibi olamaz. Olduğu anda ölür. BHH’nin bir tane sahibi olmalıdır, o da bu bloklaşmaya tabandan katılan her görüşten insanlar.
Öte yandan, ideal olan bloklaşma, içinde CHP’yi ve HDK’yi
de barındıran bloklaşmadır. Yani ideolojik ağırlıklarından, önyargılarından ve tutukluklarından
kurtulmuş bu iki hareket de ortak blokta yer alırsa, işte o zaman AKP
diktatörlüğü yenilgiye uğratılabilir. Aslında AKP diktatörlüğünü önümüzdeki
seçimlerde bile yenilgiye uğratmak işten bile değildir. Bu şans belediye
seçimlerinde kaçırılmıştır. Eğer her mahalli bölgede AKP’nin karşısındaki en
güçlü adaya oy verilmiş olsaydı, AKP bugün sahip olduğu belediyelerin yarısını
kaybederdi. Büyük şehir belediyelerini de kaybederdi.
Dediğim gibi, geniş bir bloklaşma olsun. CHP bir blok
partisi gibi hareket ederek Kürt bölgelerinde HDP’nin adaylarını, BHH’nin talip
olduğu yerlerde BHH’nin adaylarını göstersin, o zaman ülke çapında bir rüzgâr
eser ve bütün seçim tahmin anketleri alt üst olur. Yunanistan’da olduğu gibi,
hiç umulmadık insanlar o zaman AKP’den koparak bu bloka oy verir. AKP’nin gücü
muhalefetin bölünmesinden gelmektedir.
Tabii, hayallere kapılmayalım. CHP böyle bir şeyi asla
kabul etmez. HDP de zaten AKP’yle pazarlıklardan kopup böyle bir ittifaka
yanaşmaz. Buna rağmen BHH, Kürt siyasal hareketiyle daha fazla yakınlaşmanın
yollarını aramalı, CHP ile dirsek temasına önem vermelidir.
HAYRİ GÜNEL- Üçüncü sorumda; BHH gerçekten ‘doğru
devrimci’ bir mevzi midir? diye sorarken biraz da şimdi soracağım soruyu
hedeflemiştim aslında. Bana göre hiç kuşkusuz her iki soru arasında doğrudan
bir ilişki var. O soruda kendi düşüncelerimi genel hatlarıyla açıkladığım için
yeni cümleler eklemeyi düşünmüyorum, o yüzden hemen soruma geçeceğim, BHH’nin sonuç
alma şansı nedir?, var mıdır böyle bir şans? BHH süreç içerisinde bir partiye,
en azından artık pek moda olan bir “çatı” hareketine, bir “çatı” örgütlenmesine
dönüşecek mi? Ya da dönüşmesi gerekir mi? Böyle bir hedefi var mı? Örneğin,
benim yaşadığım yerleşim yerinde gerçekleştirilen ve gazeteci kimliğimle
katıldığım toplantıda / forumda, hareketin sözcüleri olarak söz alan unsurlar
kendilerine yöneltilen bu sorulara ne evet, ne de hayır dediler. Onun yerine
“süreç” dediler, “ne gösterir bilinmez” dediler vs… Hani deyim yerindeyse,
“dersi kaynattılar”. Gün Zileli olarak siz neler söyleyeceksiniz? Bu soruyu,
cevabını alacağımı umduğum herkeslere sormayı düşünüyorum. Ama önce siz…
"YAKLAŞAN SEÇİMLER AÇISINDAN BAKACAK OLURSAK, TEK MANTIKLI YOL, BHH VE HDP'NİN CHP ÇATISI ALTINDA SEÇİME GİRMESİDİR"
GÜN ZİLELİ- Yukarıda da belirtmeye çalıştım. Yaklaşan seçimler açısından bakacak olursak, tek mantıklı yol, BHH ve HDP’nin CHP çatısı altında seçime girmesidir. Elbette mantıklı olan bir öneri her zaman gerçekçi olmayabiliyor. Bu bakımdan bu öneriyi, doğru ama gerçekleşme şansı olmayan bir öneri olarak görüyorum.
Geriye kalıyor HDP alternatifi. Kanımca HDP’nin barajı
geçme şansı sıfır. Yüzde 7 oy alması başarı sayılabilir. Cumhurbaşkanlığı
seçimlerinde aldıkları oya güvenmesinler. Demirtaş CHP’den yüzde 4 oranında oy
kazandı ama bu oylar geçici olarak geldi HDP’ye. Bu seçimlerde hepsi yeniden CHP’ye
dönecek. Bu durumda seçime bağımsız parti olarak girme ısrarı saçmadır ve ister
istemez akla başka şeyler getirmektedir. HDP, acaba AKP İle anlaştığı için mi
bu yolda ısrar ediyor? “Barış süreci” ile ilgili bir takım taleplerinin
karşılanması karşılığında güneydoğu’daki milletvekillerini AKP’ye vermeyi mi
kabul ettiler? Yoksa son ana kadar bağımsız girecekmiş gibi yapıp oylarını
arttırmayı mı amaçlıyorlar sadece. Eğer ısrarlarının nedeni buysa, mesele yok.
Ama gerçekten bağımsız girerlerse sonucun sadece Kürt hareketi açısından değil,
Türkiye devrimci hareketinin tümü açısından hüsran olacağı kesin.
Olaya seçimlerin dışında ve daha uzun vadeli bakacak
olursak; şu anda gözüktüğü kadarıyla,
BHH’nin bir partiye dönüşmesi şansı yok. Zaten bu iyi de olmaz. BHH’yi şimdiden bir kariyerist politikacılar arenasına döndürür. Bence BHH esas olarak yukarda sözü geçen hedefler doğrultusundaki mücadeleleri örgütlemeye ağırlık vermelidir.
BHH’nin bir partiye dönüşmesi şansı yok. Zaten bu iyi de olmaz. BHH’yi şimdiden bir kariyerist politikacılar arenasına döndürür. Bence BHH esas olarak yukarda sözü geçen hedefler doğrultusundaki mücadeleleri örgütlemeye ağırlık vermelidir.
HAYRİ GÜNEL- Şimdi belki de sizi bir parça kızdıracağım,
ama kambersiz düğün olmaz deyip sormam da gerekiyor. Sizin her fırsatta
kıyasıya, hatta kimi zaman da öldüresiye eleştirdiğiniz o cenah, yani Aydınlık
ve İP çevresi, BHH’ne –sıkı durun- “Bölücü Sol” diyor. Evet, aynen böyle diyor.
2014 sonlarında, benim kendisiyle yaptığım bir röportajda, partinin “önemli”
isimlerinden Hıdır Hokka da bu deyimi hiç çekinmeden kullanmıştı ve ben de
inanılmaz afallamıştım. Kendime gelip sakin kafayla tekrar düşündüğümde, bu
cenahın geçmişte ÖDP’ye de, buna benzer bir biçimde “AB’ci Sol” demiş olması
geliverdi aklıma hemen. Bu “Bölücü Sol” deyimi aynı garipliğin bugünkü nakaratı
diye düşünmüştüm. Gün Zileli önce şu “Bölücü Sol”un ne anlama geldiğini bize
anlatabilir mi? Yaklaşık 37 yıldır böyle bir deyimi hiç duymamış olan ben,
deyimi açıklayabilecek gücüm olduğunu da hiç sanmıyorum. Gün Zileli’nin buna
gücü yeter mi? Hem sol, hem de bölücü yani hem sol, hem de o cenaha göre “kötü”
(çünkü bölücü kelimesini bu deyim içerisinde başka bir çıkarsama için
kullanmadıkları açık) nasıl olunuyor, anlatabilir mi bize Gün Zileli? Bu deyim
sola ve dahi Marksizm’e –tarifi olanaksız- bir “katkı” olarak kabul edilebilir
mi? Bu arada Aydınlık ve İP demişken sormadan olmaz, Doğu Perinçek ve
tayfasının son durumu hakkında Gün Zileli neler düşünüyor? Malum, yine yurtdışı
mahkemeleri, yine “muhteşem mahkum edişler(!)” ve “ışıltılı hukuk zaferleri(!)”
durumları söz konusu, o yüzden soruyorum bütün bunları… Ve sizi bilemem ama
bana göre ulaştıkları nokta artık vehamet ötesi…
"AYDINLIK HAREKETİNİN BUGÜNKÜ DURUMUNA GELİNCE... DOĞRUSU SÖYLENECEK O KADAR ÇOK ŞEY VAR Kİ, İNSANIN NUTKU TUTULUYOR. DIŞARI ÇIKARKEN AKP İKTİDARIYLA ANLAŞMA YAPTILAR"
GÜN ZİLELİ- 1980 öncesinde de dışlarındaki sola “sahte sol” demişlerdi (o sırada ben de o hareket içindeydim, dolayısıyla bu sahte terimi ben de kullanmıştım). Aslında bu tutum Aydınlıkçılara özgü değildir. Sol gelenekte vardır bu. Sol örgütler şeytani bir düşman yaratırlar ve onu karalayarak var olurlar. Bu şeytan bir bakarsınız “Troçkizm” olur, bir bakarsınız “goşizm” veya “revizyonizm”, sağ sapma”, “sol sapma”, “likidatörler” vb vb. oluverir. “Bölücü sol” da sanırım işte böyle bir sahte düşman. Pek fazla önem vermiyorum bu tür nitelemelere. Üstelik artık taraftarlarından başka kimsenin yutmadığı anakronik adlandırmalar bunlar.
Aydınlık hareketinin bugünkü durumuna gelince… Doğrusu
söylenecek o kadar çok şey var ki, insanın nutku tutuluyor. Dışarı çıkarken AKP
iktidarıyla anlaşma yaptılar. Fetullah Gülen örgütüne karşı mücadele
edeceklerine dair bir anlaşmaydı bu. 1970 öncesinde devlete solcuların
dosyalarını verirlerdi. Şimdi de AKP devletine Fetullahçıların dosyalarını
teslim ediyorlar. Yani bunları kısaca “dosyacılar” diye tanımlamak yerinde
olur. Ermeni sorununda da AKP devleti ile tam bir işbirliği içindeler. Doğu
Perinçek’i desteklemek için AİHM’e gidenin müstafi Avrupa Bakanı Egemen Bağış
olması ise son derece ironik.
HAYRİ GÜNEL- Söyleşimizin sonuna gelirken, gündemin en
sıcak gelişmelerinden biri olan Yunanistan seçimlerini kısaca değerlendirmenizi
de isteyeceğim sizden. Önce şunu öğrenmek istiyorum izninizle; Yunanistan’da
seçimleri gerçekten sol mu kazandı? Soru size yadırgatıcı gelmesin, bu anlamda
olmak üzere, daha henüz yüksek sesle dillendirilmemiş de olsa, bizim ülkemizin
solunda epey bir tereddütün ve “acaba”nın olduğunu gözlemliyorum çünkü. Ve
Syriza’dan, “solculuk” noktasında kuşku duyanların sayısı hiç de az değil.
Soruyu sormamdaki sebep yalnızca bu. Öte yandan bize, biraz da BHH noktasından
yola çıkarak, Türkiyeli sosyalistlerin ve devrimcilerin de böyle bir hedefi
yakalayabilmeleri anlamında neler söyleyebilirsiniz?
"SYRİZA'YA FIRSAT TANINMALIDIR. BU ARADA DESTEKLENMELİDİR. ELBETTE HAYALLERE KAPILMADAN VE UYANIKLIĞI ELDEN BIRAKMADAN"
GÜN ZİLELİ- Syriza deneyi, eski tip “çelik disiplinli”, merkeziyetçi “öncü” örgüt tipinin tabutuna son çiviyi çaktı bence. KKE’nin (Yunanistan Komünist Partisi) Syriza’ya bu kadar sekterce saldırmasının nedeni de bu. Syriza örneği başarılı olursa iflaslarının kanıtlanacağından korkuyorlar. Bu yüzden topluca “başarısızlık” duasına çıktıklarını görüyoruz. Şunu iddia edeceğim: Syriza, Gezi gibi dünya ayaklanmalarının bir başka örneğidir. Ayaklanma her zaman sokakta polisle çatışarak olmaz. Bazen de böyle, oy yoluyla olur. Yunanistan’da ekonomi çöktü. Eski siyasi yapı da onunla birlikte çöktü. Siyasi yapının dayandığı ana kolonlardan olan Pasok yerle bir oldu. Önce sokaklar yandı. Yunan anarşistleri bu mücadelede başı çektiler. Fakat halk her zaman büyük riskleri göze alan bir varlık değildir. Eğer büyük risklere girmeden işin içinden çıkma yönünde bir alternatif gözüküyorsa o alternatifi mutlaka dener. İşte Syriza bu deneyin ürünüdür.
Syriza’ya fırsat tanınmalıdır. Bu arada da desteklenmelidir. Elbette hayallere kapılmadan ve uyanıklığı elden bırakmadan. Syriza piyasaya ve sermayeye yenilecek mi? Yenilmemesini arzu ederiz. Başarısızlık pususuna yatmayı da fena halde ayıplarız.
Her ülkenin farklı koşulları söz konusu. Şu anda BHH’nin ya da bir başka hareketin
böyle bir hedefi yakalaması oldukça uzak bir ihtimal.
HAYRİ GÜNEL- Sondan bir önceki sorum “çözüm süreci” ve
BHH üzerine olacak. Örneğin önce şu çözüm süreci denen olguyu biraz açarak
başlarsanız, bizi ve okurları bilgilendirmiş olacağınızı düşünüyorum. Gerçekten
bir şeyler “çözülüyor” mu?, yoksa bize mi öyle geliyor ya da getiriliyor? Çünkü
ben yaklaşık 12 yıldan bu yana, içerisinde RTE’nin olduğu en küçük bir olaya ya
da meseleye bile çok görkemli, çok muazzam bir kuşkuyla, hatta ve hatta açıkça
söylemeliyim ki, “pis” bir gözle bakıyorum. Öte yandan bu sürecin bir de “karşı
tarafı” olduğunu asla unutmadan, sözünü ettiğim “taraf”ın -geçmişini de hesaba
katarak- genel bir çerçevesini çizin desem neler söylersiniz çok merak
ediyorum. Kısacası, bir ulus gerçekten kendi kaderini tayin ediyor mu sorusunun
cevabını arıyorum ben… İşte tam da bu noktada, BHH’nin neden tatmin edici bir
söylemi olmadığı sorusunun da altını çiziyorum…
"KÜRT POLİTİKACILARI VE BURJUVAZİSİ AKP İLE ANLAŞSA BİLE, KÜRT PLEBYENLERİ MÜCADELELERİNİ SÜRDÜRECEKLERDİR. ONLARA GÜVENMEK GEREK"
GÜN ZİLELİ- Ben barışa önem veriyorum. Bu anlamda çatışmasızlık ortamını başından beri olumlu buldum. Bununla birlikte, AKP diktatörlüğü ile yürütülecek bir “barış süreci”nin olumlu sonuçlar getireceğine hiç mi hiç inanmıyorum. Diktatörlük, Kürtleri kendi istekleri doğrultusunda manüpüle etmeye çalışıyor. Ayrıca hiçbir hak da vermeyeceklerdir. Diğer yandan, Abdullah Öcalan’la kapalı kapılar ardında yürütülecek görüşmelerden de olumlu bir sonuç çıkacağını sanmıyorum. AKP zaman kazanmaya çalışıyor. Seçimleri kazandıkları an Kürt siyasal hareketine saldıracaklardır.
Kürt siyasal hareketi içinde iki kesim var. Birinci
kesim, Kürt burjuvazisiyle içli dışlı olan Kürt politikacılarıdır. İkinci kesim
ise, sokaklarda dövüşen ve canını veren Kürt plebyenleridir. Bu iki kesimin
çıkarları birbirine taban tabana zıddır, aralarında sınıf çelişkisi vardır.
Kürt politikacıları ve burjuvazisi AKP ile anlaşsa bile, Kürt plebyenleri
mücadelelerini sürdüreceklerdir. Onlara güvenmek gerek.
HAYRİ GÜNEL- O kadar çok BHH dedik ki… Son sorum bu
yüzden tamamen öznel ve kişisel bir merak ürünü olacak… Gün Zileli’ye “Neden
Anarşizm?” diye sorsam, çok mu abartılı olur, yoksa kendisine –pek de haddim
olmayarak- haksızlık mı etmiş olurum?
Her ikisi de değilse eğer, söz sizin…
"ANARŞİZM DÜNYANIN RUHUDUR. ÖZGÜRLÜĞÜ ÖDÜNSÜZ VE MUTLAK ANLAMDA SAVUNAN BİR DÜŞÜNCEDİR"
GÜN ZİLELİ- Anarşizm dünyanın ruhudur. Özgürlüğü ödünsüz ve mutlak anlamda savunan bir düşüncedir. Ben Marksist hareketten geliyorum. Yıllarca proletarya diktatörlüğünü savundum. Proletarya diktatörlüğünün aslında proletarya üzerinde bir diktatörlük olduğunu anarşizm sayesinde gördüm.
Keza anarşizm bana her türlü iktidarın kötü ve kirli olduğunu, iktidarın yozlaştırdığını, her devrimin ilk işinin devleti yok etmek olduğunu gösterdi. Dolayısıyla ona çok şey borçluyum.
HAYRİ GÜNEL- Son olarak eklemek istediğiniz cümleleriniz
varsa, onları da duymak istiyorum…
GÜN ZİLELİ- Bizden bir sonraki kuşağın bakış açısını
öğrenmem açısından da çok yararlı bir röportaj oldu. Sağol.
HAYRİ GÜNEL - 2 Şubat 2015 - SİLİVRİ / 2 ŞUBAT 2015 - İNGİLTERE
DEMOKRATHABER/İDEAHAYAT
NOT: ARA BAŞLIKLAR TARAFIMIZDAN KONULMUŞTUR.
GÜN ZİLELİ KİMDİR
DEMOKRATHABER/İDEAHAYAT
NOT: ARA BAŞLIKLAR TARAFIMIZDAN KONULMUŞTUR.
GÜN ZİLELİ KİMDİR
(d. 24 Ekim1946. Ankara)
1970 yılında, DTCF’nin Felsefe Bölümü’nün 2. sınıfından
ayrıldı.1960’lı yıllarda, Yordam, Soyut gibi edebiyat dergilerinde öyküleri
yayımlandı; ayrıca, Emekçi, Aydınlık, Proleter Devrimci Aydınlık dergilerinde
görev aldı ve yazdı. TİP, FKF ve Dev-Genç örgütlerinde çalıştı; son ikisinin
yönetici organlarında bulundu. 1964 yılının Ağustos ayındaki ilk
anti-emperyalist gösterilerde gözaltına alındı. 1966 yılındaki anti-emperyalist
gösterilerden dolayı kısa süre hapis yattı. 1968 ve daha sonrasındaki öğrenci hareketlerinde
yer aldı, 1969 yılında kısa süre hapis yattı. 1971-74 yılları arasında, üç yılı
aşkın, Mamak Cezaevi’nde tutuklu kaldı; TÖS, Dev-Genç ve TİİKP davalarından
yargılandı. 1970′li yıllarda Aydınlık, Halkın Sesi, Bora, Türkiye Gerçeği
dergilerinde, daha çok teorik ve siyasi nitelikte makaleler yazdı ve TİKP’nin
yöneticiliğini yaptı. 1975 yılında, Adana’da, İncirlik Üssü’ne karşı yapılan
yürüyüşte tutuklandı ve kısa süre hapis yattı.
12 Eylül’den sonra, TİKP davası dolayısıyla arandı ve on
yıl kaçak yaşadı. Bu yıllarda, daha çok Mehmet Gündüz takma adıyla teorik
yazılar yazdı; Ufuklar, Saçak ve Sosyalist Birlik dergilerinin çıkartılmasına
önayak oldu, Yapıt ve Somut dergilerinde yazdı. 1990 yılının başında yurt
dışına çıkıp İngiltere’de siyasi mülteci olarak yaşamaya başladı. Bu yıllarda,
roman yazdı ve İngilizceden Türkçeye kitap çevirdi. Amargi, Sosyalizmin
Sorunları, Yeni Zamanlar, Birikim, Apolitika, Ateş Hırsızı, Uç, İmlasız,
Bireylikler, Kitap-lık, Virgül, Köxüz, Öteki İsviçre, Açık Gazete, Özgür
Üniversite, Haber Cumhuriyeti, Devrimci Demokrat gibi dergi ve internet
sitelerinde ağırlıklı olarak kitap eleştirisi yazıları yayımlandı. İstanbul
Özgür Üniversite’de, “Devrimi Yeniden Düşünmek” ve “Komintern ile TKP” konulu
seminerler verdi. Yazı ve röportajları, Aşk ve Devrim (www.gunzileli.com) adlı
bireysel sitesinde de yayımlanmaktadır. Şu anda Yayın Kolektifi bünyesinde
çalışmaktadır.
KİTAPLARI
KİTAPLARI
- Bürokrasi ve Sosyalist Demokrasi (Mehmet Gündüz adıyla), 1990, Koral
- Anarşizm Bir Devrim Çağrısıdır (Mine Ege ve Hasan Baku ile birlikte), 1995, Kaos
- Türkiye... Sosyal Patlamaya Doğru (İlhan Tekin'le birlikte), 1995, Kaos
- Deniz Orada (Roman), 1995, Sel
- Bahar ve Tipi (Roman), 1997, Telos
- Yarılma, 2000, Ozan; 2002, İletişim
- Havariler, 2002, İletişim
- Sapak, 2003, İletişim
- Ev, 2004, İletişim,
- Ulusalcılık, 2007, Özgür Üniversite
- Komün (Roman), 2007, Yaba
- Stalinizm, 2010, Özgür Üniversite
- Stalin Yargılanıyor, 2010, Kibele
- Devrimi Yeniden Düşünmek-1, (Fikret Başkaya ile birlikte), 2010, Özgür Üniversite
- Rejimler, Partiler, Kişiler ve "Ulus"lar, 2010, Kibele
- Arnavutköy, 2010, Heyamola
- Sığınmacılar, 2011, İletişim
- Benim Kahraman Köpeklerim, 2012, Özyürek
- Yüreğe Yağan Kar (Öyküler), 2012, Yaba
- Muhafazakâr Liberalizm, 2014, İmge
- Haziran Günleri -Gezi Notları-, 2014, BüyülüDağ
- Mevsimler (Roman), 2014, İletişim
ÇEVİRİLERİ
- Abel Paz, Halk Silahlanınca, 1995, Kaos
- Eugenia Ginzburg, Anafora Doğru, 1996, Pencere
- Gilles Dauvé-François Martin, Komünist Hareketin Güneş Tutulması ve Yeniden Ortaya Çıkışı (Bora Sarayova adıyla), 1999, Sel
- Eugenia Ginzburg, Anaforun İçinde, 2000, Pencere
- Herman Gorter, Yoldaş Lenin'e Açık Mektup (Kemal Orcan'la birlikte), 2001, Günizi
- Paul Avrich, Kronstadt 1921, 2006 ,Versus
- E.H.Carr, Bakunin, 2006, Versus
- Jan Valtin, Karanlığın Ötesinde, 2009, Kibele
- Michael Seidman, İşçiler Çalışmaya Karşı, (Emine Özkaya ile birlikte), 2010, Boğaziçi Üniversitesi Yayınları
- Margarete Buber-Neumann, İki Diktatörlük Altında, 2012, İmge
- Erica Wallach, Gece Yarısında Aydınlık, 2013, Ayrıntı