Ocak ayının sonlarında hayatını kaybeden IKEA’nın kurucusu Ingvar Kamprad, kesinlikle bir şeylerin peşindeydi. Emek işi ürünlere dönük aşkı...
Ocak ayının sonlarında hayatını kaybeden IKEA’nın kurucusu
Ingvar Kamprad, kesinlikle bir şeylerin peşindeydi. Emek işi ürünlere dönük
aşkı tesadüfi olmayabilir. Kendini gerçekleştiren ürünler meselesi, faşist
sempatilerin, özellikle de mobilyaya ve yaşama nasyonal sosyalist bir bakışın
izlerini taşıyor olabilir…
Durum, hem aşağılayıcı hem de pohpohlayıcı olarak
varsayılabilecek bir tür karşı-sezgisel dehâ girişimi gibi görünüyor. Sen,
değerli müşteri, senden sadece bir ürün için paraları sökülmen istenmiyor; aynı
zamanda, o ürünü bir araya toplaman,
hangi parçasının hangi işe yaradığını öngörmen ve bir vizyonu
gerçekleştirecek araçlara da sahip olman isteniyor.
Ocak ayının sonlarında hayatını kaybeden IKEA’nın kurucusu
Ingvar Kamprad, kesinlikle bir şeylerin peşindeydi. Emek işi ürünlere dönük
aşkı tesadüfi olmayabilir. Kendini gerçekleştiren ürünler meselesi, faşist
sempatilerin, özellikle de mobilyaya ve yaşama nasyonal sosyalist bir bakışın
izlerini taşıyor olabilir.
Kamprad, Sudetenland göçmeni bir aileden geliyordu. Hem
babaannesi hem de babası açık birer faşist iken, Kamprad da zamanında İsveç
faşist hareketine hiç de kısa süreli olmayan bağlılığını ifade ediyordu.
İşin aslı, Stokholm polisi, İkinci Dünya Savaşı süresinde
faal olan İsveçli aşırı sağcı parti Sosyalist Birlik’in 4.104 üyesinin tamamını
isim isim kaydetmişti. Kamprad, Avrupa’da silahlar sustuktan sonra da
faaliyetlerine devam eden fazlasıyla Yahudi-karşıtı ve Soykırım inkârcısı Per
Engdahl’a dönük sürekli bir ilgiye sahipti. Elisabeth Åsbrink’i hayrete düşüren
bir çelişki dahilinde, Kamprad, annesi ve babası Auschwitz’de katledilmiş bir
Yahudi göçmen olan Otto Ullman ile bir arkadaşlık sürdürebilmişti.
Kamprad’ın modüler mobilya, sade kombinasyonlar, çalışkanlık
ve kendini ödüllendirme vizyonu, Avrupalı Yahudi halk, Üçüncü Reich’ın
kıyametvari gerçekliğinde imha edilirken bile ilgi uyandırıyordu. Kamprad’ın
aklında hem iş güç, hem de faşist Sosyalist Birlik partisine üye kazandırmak
vardı. Åsbrink’in sözleriyle, “Ingvar Kamprad’ın imajı ile İsveç’in imajı
birbirini yansıtmaya devam ediyor: Kendi geçmişlerini yavaş da olsa
kabullenmeye dönük hiçbir gölge, hiçbir utanma ve hiçbir istek olmaksızın.”
Kamprad, “acı biçimde” pişman olduğu bir hayat seyrini
kabullenmeye dönük ufak tefek adımlar attı. 1998 yılında, gençliğinin söz
dinlemez “yanılgılar”ına dair bir şeyler kaleme aldı. Stockholm’ün
banliyölerindeki bir IKEA mağazasındaki kitap tanıtımında yaptığı konuşmada,
“Anlatabileceğim her şeyi anlattım. Bu türden bir aptallık için insan
bağışlanamaz mı?” diyordu.
Mobilya alanındaki demokratikleştirici vizyonuyla birlikte
neredeyse münzevi yaşam görüşü, temel bir “kendini geliştirme görevi”yle
birlikte kendini korumaya yönelik tuhaf bir faşistvari tona sahip bir broşürde,
The Testament of a Forniture Dealer‘da [Bir Mobilya Satıcısının Tanıklığı] (1976)
yeniden hatırlatıldı. Bu broşürde, Kamprad, şirketinin misyonunun “çok çeşitli
iyi tasarlanmış işlevsel ev mobilyasını, pek çok insanın satın alabileceği
denli ucuz fiyatlara” sunmak olarak umutla açıklıyordu.
Kamprad’ın üzerine kalem oynattığı büyük hırsları, bir
yandan “fiilen bütün piyasaları” etkilemeyi, diğer yandan ise “anavatanın
dışında da demokratikleşme sürecine değerli bir katkıda bulunabilmeyi” içeren
biçimde pahalıdır. Burada bir dizi değerin altı çizilir: Basitlik bir erdem
olarak çığırtkan bir biçimde satılır; kâr, şirkete kaynak sağlarken, iyi
sonuçlara “küçük araçlar” ile ulaşılabilir. Eğer Kamprad’ın altını çizdiği
değerler inançlı bir şekilde takip edilirse, “şanlı bir gelecek” bizi
beklemektedir.
Zaman içinde, IKEA, merkeze doğru seyahatlerini sürdürürken
kuvvet kazanmaya ihtiyaç duyan Volk‘a oynayarak, alışverişi bir kolektif ideal
haline de getirmiştir. Müşteriler, IKEA marka çatal bıçakları ve IKEA marka
tabak çanağı kullanarak IKEA markasına özgü yemeklerini yiyebilmektedirler. Müşteriler,
çocukları IKEA’nın gündüz bakım alanında bakılırken bile alışverişlerine devam
edebilmektedir.
Kamprad’ın hayatını kaybetmesine ilişkin birkaç yazı, onun
sağcı eğilimlerine şöyle bir anlık değinerek, temiz ve düşünmeye pek hevesi
olmayan bir görüş ortaya koymaktadır. Bu yazılarda, Kamprad’ın tutumlu
yaşamına, lokantalardaki tek kullanımlık tuz ve biberleri istifleme eğilimine,
onun genel olarak cimri yaradılışına değinilmektedir.
IKEA Grup İcra Kurulu Başkanı Jasper Brodin’e göre,
“Kamprad’ın mirası, gelecek yıllarda da hayranlık uyandıracak ve onun –pek çok
insan için daha iyi bir gündelik yaşam yaratma– vizyonu, rehberlik etmeye ve
ilham vermeye devam edecektir. Los Angeles Times, hayranlıkla “İsveç’te
bisikletiyle kalem ve çekirdek sattığı çocukluktaki iş faaliyetlerinden”
bahsederken, Brodin, Kamprad’ın nasıl da “cep delik cepken delik fakat devasa
bir girişimcilik ruhuna sahip 17 yaşında bir çocuk olarak çalışmaya
başladığını” nostaljik biçimde anlatıyordu.
IKEA bakış açısı, odak noktasını, hazır mobilya ve masraf
azaltma üzerinden mobilyalarını parçalı halde dağıtıma sokmasıyla kaydırarak,
küresel bir fenomen haline geldi. Zamanla IKEA, kendi tarzına kendi ismini de
verdi ve ‘IKEA etkisi’, Michael Norton, Daniel Mochon ve Dan Ariely tarafından
teknik olarak “kendin-yap ürünlerin değerinde artış” olarak tanımlanacaktı.
Norton ve diğerleri, buradaki temel meselenin, hazırlanmış,
erişilebilir ve kullanımı kolay bir ürünün işleri çok basit düzeye
indirebileceği olduğuna işaret etmektedirler. Örneğin 1950’li yıllarda piyasaya
çıkan hazır kek karışımları, ABD’li ev kadınlarının işini kolaylaştırmak
açısından bir devrim olarak görülmüştü. Yine kuşkulu şeyler de ifade
edilecekti: “Kek karışımları, ev kadınlarının emeğinin değerini azaltıyor gibi
görünen biçimde, kek pişirmeyi çok kolay hale getiriyor.”
Montaj maliyetlerini bireylere yüklemek, ilgili ürünün kâr
payını da ödemeye devam eden bir müşteriye ürünün ancak onun emeğiyle son
haline geleceğini etkin bir biçimde iddia etmek, bir kazanım değil, bir değer
düşüşüdür. IKEA etkisi, bir ürünü kişinin emeğiyle birlikte son haline
getirmeyi dayatarak ve böylece ona değer katarak, bir tür Lockeçu vizyon ile,
tam tersini kabul etmektedir.
IKEA çalışanlarından Gillis Lundgren’in 1956 tarihli icadı
olan mobilyayı kutu içinde parçalı halde gönderme ile birlikte, şirket, büyük
kutulardan kurtulup nakliyat masraflarını kısarak kendi değerine değer de
kattı. Bir patlama ve aslında, bir beğeni duygusunun fethi an meselesiydi. Bu
yenilik, şirket açısından kârlı bir avantaj olarak değil, müşteriye yönelik
duygusal bir avantaj olarak satılacaktı. Böylece herkes mutlu olacaktı.
[Counterpunch’taki İngilizce orijinalinden Soner Torlak
tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]
Hiç yorum yok