Bin yıl hatta binlerce yıl öncesine tarihleyerek bir “millet tanımı” yapmak, sonra da bugünün sorunlarının çözümünü, “bütünlüğü” asla gerçek olmayan ve farklı çıkarlara bağlı bölünmüşlüğü üzerinden farklı sınıflar halinde bulunan, hatta karşı karşıya duran sınıfların çatışmalarına sahne olan “millet”e havale etmek, ileri sürüldüğü üzere “millet”i onurlandırmak mı oluyor? Örnek olsun Alparslan’ın “Malazgirt Zaferi”ni (1071), o toprakların o günden binlerce yıl öncesindeki yerleşiklerinin varlığını da bugünün tekelci kapitalist politikaları doğrultusunda yok sayarak “millet”e bakiye kazanç olarak yazmanın, manevi doyum aracı olarak kullanma dışında nasıl bir “getirisi” bulunuyor? 1071’deki bir askeri-politik olay, 2018’in ağır iktisadi-sosyal ve politik sorunlarını hafifletip hatta ortadan mı kaldırıyor? Temel ihtiyaç maddelerinin yükselen fiyatları düşüp, döviz kuru aşağıya yol alarak TL’nin değeri yükselişe mi geçiyor?
Bu soruların olumlu bir yanıt bulması için “millet” olarak tanımlanan toplumsal tüm kesimlerin yaşamlarının iyileşmesi; halk kitlelerinin bugünün ve geleceğin kaygısına düşmeksizin “huzur içinde” yaşamaları gerekir. Böyle bir durum var mı? Sanayi kârlarını yükseltenler değil sadece milyar dolarlarla oynayan faiz ve rant asalakları dahi böylesi bir iddiada bulunamıyorlar. Sermayenin “sağ” ve “sol” partilerinin yönetici ve sözcülerinin “milletin her sorunun üstesinden geldiği” ya da “geleceği” propagandası bu bakımdan karşı karşıya olunan sorunları karartıp hafif göstermenin yanısıra, halk kitlelerinin yada bir kesiminin toplumsal gerçekliklerin ayırdına varmasını önleme işlevini de yerine getiriyor.
Burada “peki sorun yaşayan, sorunun ayırdına varmaz/varamaz mı?” sorusu akla gelir. İnsanın ve insan topluluklarının yaşadıklarından sonuçlar çıkarması ve yaptığı herşeyi düşünerek, ‘ölçüp-biçerek’ yapması, kuşku yok ki “eşyanın tabiatı gereği”dir! Her birey insan ve her toplumsal sınıf içinde bulunduğu koşullarda, başkalarıyla ilişkilerinden toplumsal bazda toplumsal ilişkilerden öğrenecektir. Köleler de, Ortaçağın serfleri de, kapitalizmin proleterleri de, çok daha geniş kesimleri kapsamak üzere halk kitleleri de maddi üretkenliklerinin mümkün kıldığı toplumsal ilişkileri içinde görmüş, öğrenmiş, değişmiş, dövüşmüş ve değiştirmişlerdir. Toplumsal hareketin tarihsel seyriyle uygunluk gösteren bu kendi tarihlerini yapma eylem ve mücadelesinde onlar, bu koşullar ve ilişkilerle bağlı çeşitli fikirler ve kategoriler de üretmişlerdir. Buradan bakılırsa bütün toplumsal biçimlenmeler, bütün toplumsal ve diğer kategoriler değişken, tarihsel ve geçicidirler. Yani demek oluyor ki, köleci zalimler, feodal beyler, imparatorlar ve krallar gibi, burjuva tiran ve diktatörleri de tarihen yenilmeye mahkumdurlar.
Ama onların hepsi, ‘kaderlerine rıza gösterme’ye yanaşmadıkları gibi, ellerindeki devlet denen özel baskı aygıtını da kullanarak ömürlerini uzatmaya, savundukları ve koruculuğunu üstlendikleri sömürü sistemini sürdürmeye çalışmışlardır. Günümüz hakim sınıflarıyla onların politik-askeri ve diğer temsilcileri bu konu ve alanda daha fazla olanağa sahiptirler. Bilim ve teknoloji onların elinde, işçi sınıfı ve halk kitlelerine karşı işleyen bir makinedir. Baskı, denetim ve yönlendirme araçlarının takviyesinde kullanılan bir güçtür. Ekonomik-siyasal hakimiyetin sağladığı ideolojik etki düzeyi ve kapsamı, şu ya da bu bey ve kral’ın elindeki araçlarla sağladığı etkiden binlerce kat daha fazla yaygın ve güçlüdür. Burjuvazinin hakim sınıf konumu ve devlet iktidarına sahip olmasının olanaklarıyla yürüttüğü propaganda, yığınların aldatılması ve kendi yararlarına olmayan burjuva politikalarının etkisi altına girmelerini mümkün kılmaktadır. Kitlelerin aldanmışlığı üzerinden sürdürülen saltanatlardan sözetmek bile gereksizdir. Bu aldanmışlığa bağlı olarak yığınsal katliamların yaşandığını, halk kitlelerinin mezhep-din ve etnik köken farklılığının ya da burjuva ideolojik yönlendirmelerle birbirlerini kırdıkları sayısı oldukça fazla olaya tarih tanıklık etmiştir.
Günümüzde de, işçi sınıfı ve emekçilerin kendi çıkarlarının bilincinde ve kendilerinin kurtuluşu için dövüşmesini bilecek şekilde örgütlü ve güçlü siyasal birlikler oluşturmaktan uzak olmaları, tekelci sermaye ve burjuva gericiliğinin halk kitlelerine karşı en önemli avantajlarından biridir. Hiç de küçümsenemeyecek kalabalıklar, sömürü ve baskı sistemi ve “düzeni”nin temsilcisi olan partilerin politikalarına aldanmış şekilde, onların etkisi altında bulunuyorlar. Bu durum, hiç kuşku yok ki, üreten, eyleyen ve düşünen insan topluluklarının gözü önünde, onların farklı konumlardan ve farklı tutumlarla katıldıkları her günkü yaşam “gailesi” içinde şekilleniyor.
Bu böyleyse ama, bu toplumsal gerçeklik(ler) görmezden gelinerek, hafifsenerek, ya da toplumsal gelişmenin kaçınılmazlıklarını işaret etmekle yetinerek sermayeye karşı mücadelede devrimci ve sosyalist görevler layıkıyla yerine getirilemez. Burjuvazinin her düzeydeki politik temsilcilerinin “millet” söylemiyle ve bin türlü madrabazlıkla aldatmaya ve yedeklemeye giriştiği kitlelere, toplumsal gerçekliklerin etraflı açıklanması yerine halk kitlelerine binbir övgüyle sorunların aşılması sağlanamaz. Bu gibi bir tutum tam tersine, karşı karşıya olunan sorunların önem ve büyüklüğünü “idrak etme” sorumluluğunu zedeler. Rahatlığa, oblomovculuğa, ideolojik mücadelenin ekonomik-politik mücadele denli önem gösteren gerekliliğinin küçümsenmesine yol açar.
Fikirlerin ekonomik toplumsal ilişkilerle bağı, egemen sınıf(lar)ın düşüncelerinin egemen düşünceler olması, bin yılların birikmiş önyargı ve alışkanlıklarının burjuvazi tarafından yığınları yönlendirme ve yedeklemenin malzemesi olarak kullanılması karşısında gerekli olan, toplumsal sınıfların birbirleriyle ve devletle ilişkilerinin açıklığa kavuşturulmasına ve sömürülüp ezilenlerin burjuva parti fraksiyonlarının etkisinden çıkarak sömürüden kurtuluş mücadelesinde birleşmelerine yardımcı olacak, hizmet edecek, yol gösterecek bir faaliyetin daha sık, daha kararlı, daha aktif gerçekleştirilmesidir. Halktan yana, halk için, halkla birlikte olmak ve halkı savunmak ile halk dalkavukluğu farklıdır. İlki devrimci ve sosyalist olmanın asgari gereği, ikincisi ise, sağ gerici popülist politikacıların değirmenine de su taşıyacak bir aldatıcılığa, bilip bilmeden güç vermek olacaktır. Böyle olmasaydı ne ilerici-devrimci ve sosyalist örgütlenmelere ne de onların kitleler içinde aydınlatıcı çalışmasına ihtiyaç duyulmazdı.
Burjuvazi, “tüm toplumsal kesimlerin temsilcisi olma”, “milletin ve bütün vatandaşların haklarını savunma ve koruma” yalanını sürdürüyor. Bu yalan sermaye politikacıları tarafından günün her saatinde yüzlerce kanaldan yineleniyor. Baskı ve saldırı koşullarının ağırlaşmasına rağmen onun yürüttüğü propagandanın etkili olduğu da bir gerçektir. Milliyetçiliğin yeniden popüler hale getirilmesi, yabancı düşmanlığı, sağ gerici ve faşist partilerin, sosyal ekonomik sorunların ağırlığı altında yılgınlığa kapılan halk kitlelerini aldatarak desteklerini almada etkili oluyor. Buna karşı yapılması gereken, halk kitlelerinin her şeyin farkında oldukları vahabıyla ve yanılmayacaklarını söyleyerek gerçekleri karartmak değil, aksine yığınsal aldanışları da engelleyecek şekilde siyasal gericiliğin teşhirini yoğunlaştırarak karartılmış gerçekleri açığa çıkarmaktır. Sorun halkın şu ya da bu kesiminin yanılgılarını halkın aşağılanmasının aracı haline getirmek olmadığı gibi, yanılgı ve yanlışlarına rağmen ve “halkçılık” adına halk övgüsü yapmak da değildir. Bize düşen, burjuva politikacıları tarafından “millet” yararına olduğu ileri sürelerek işçi ve emekçilerin yanıltılmalarına malzeme edinilen gelişmeleri, olgu ve ilişkiler üzerinden ya da aracıyla açıklayarak toplumsal gerçeklerin daha iyi ve doğru olarak görülüp anlaşılmasına yardım etmektir. (A. CİHAN SOYLU - EVRENSEL)