“Çünkü rejim, kendi yalanlarının tutsağıdır. Her şeyi tahrif eder, değiştirir bu rejim. Geçmişi de... Bugünü de... Geleceği de... İstatistikleri de... Bireyler bütün bu yalanlara inanmak zorunda değillerdir. Ancak inanıyormuş gibi yapmak kendi haklarında daha hayırlı olur. Bu nedenle, kendi içlerinde yalanı kabul etmeseler de, yalanda yaşamak zorundadırlar bu rejimde...”


Leonard Cohen dinliyorum sabah vakti, kocaman sesiyle söylüyor.

Herkes biliyor
geminin su aldığını,
herkes biliyor
kaptanın yalan söylediğini,
herkes biliyor
zarların hileli olduğunu.            

Aklıma takılıyor.
Yoksa yalanda mı yaşamaya başladık?
Belki daha doğru deyişle:
Rejim gitgide kendi yalanlarının tutsağı haline gelirken, bize de kendi yalanlarını mı dayatmak istiyor?
Gazetenin başsayfasında bir haber:
"Partime dönüyorum."
Vay vay vay!

Devam ediyor:
"Genel başkanlık konusuna gelince... Bu talep delegeden gelir. Geldikten sonra değerlendirilir. Ne gibi bir karar alırlar, ne gibi bir adım atarlar şu anda bunu ben söyleyemem.”
Bir vay be daha çekiyorum.
Neredeyse gözlerim yaşaracak...
Partisine geri dönüyormuş...
Genel başkanlığına ancak yetkili kurullar karar verirmiş...
Delegeler oylarmış genel başkanlığını...
Gözlerimizin içine baka baka bunları söyleyebiliyor.
Parti hukukuna, kurallara ne kadar da saygılıymış, anlatabiliyor.
Son derece ciddi bir yüz ifadesiyle, bizden de bu sözlerine inanmamızı bekleyebiliyor galiba...
Hay Allah!
Akıl alır gibi değil.
Zekâmızla, aklımızla, her şeyimizle alay ediyor.
Bu söylediklerine inanmamızı bekliyor anlaşılan...
Ne kadar hazin.
O ne zaman bırakmış ki partiyi?
O partide bunca yıldır tek bir taş yerinden oynamış mı, onun haberi olmadan?..
O partinin hükümeti, onun onayını almadan tek bir adım atabilmiş mi?
O hükümetin başbakanı, tek bir icraat yapabilmiş mi, onun yeşil ışığı yanmadan?

Dinle bak!
O partiyi sen hiç bırakmadın.
O partinin lideri her zaman sendin.
O partiyle bağını görünüşte kestin.
O partide ipleri asıl elinde tutan hep sen oldun.
O hükümette ipleri asıl elinde tutan senden başkası değildi.
Anayasayı kaç yıl delik deşik ettin bu ipleri elinde tutmak için...
Anayasadaki yeminini sürekli çiğnedin, o iktidar iplerini elinde tutmak için...
Ne anayasanın emrettiği tarafsızlığa uydun, ne de partilerüstü davrandın.
Şimdi de karşımıza geçmiş, partine geri dönmekten dem vuruyor, parti hukukuna ne kadar da saygılı olduğuna dair hava basıyorsun.
O partiden hiç ayrılmadın ki.
Ne kadar acıklı.
Bizden yalanda yaşamamızı istiyorsun.

Yaşamayacağız!
Yalanı gerçek saymayacağız.
Yüzde 49 bunun kanıtı.
Vaclav Havel aklıma geliyor.
Totaliter rejimlerde, insanların nasıl yalanda yaşatılmak istendiğini çok iyi anlatır.
Totaliter rejimlerde, akılların nasıl tutsak alınmak istendiğini çok basite indirgeyerek anlatır.
Totaliter rejimlerde, insanların nasıl tek tip düşünmeye zorlandıklarını anlatır.
Totaliter rejimlerde, insanların olduklarından nasıl farklı davrandıklarına, yani aktörleşerek nasıl rol kestiklerini renkli örneklerle anlatır.

Bir manav, vitrinin üstüne,
soğanların, havuçların arasına ne
diye ‘Ey bütün dünyanın işçileri,
birleşin!’ diye yazma gereğini
duysun ki?
Niye yapsın ki bunu?
Gerçekten dünyanın bütün işçileri
arasında birlik olması fikriyle
gerçekten ilgili olduğu için mi ?
Öyle sanıyorum ki, dükkân
sahiplerinin ezici çoğunluğu
vitrinlerine koydukları sloganlara inanmıyorlardı.
Bu sloganlar onların gerçek
duygularını yansıtmıyordu.
Ama yıllardır yapılagelen bir şey olduğu için yapılmaya devam
ediliyordu.
Daha önemlisi, bu sloganları
asmayı reddetseler, başları belaya girebilirdi.
Bu da ‘toplumla uyum içinde’
nispeten huzurlu bir hayat
sürdürmeyi garanti eden binlerce
ayrıntıdan biriydi.
Bu sistemde bürokratik devlet
mekanizmasına, halkçı hükümet
adı takılır.
İşçi sınıfı, işçi sınıfı adına
köleleştirilir.
Bireyin ayaklar altına alınması,
onun nihai kurtuluşu olarak ilan
edilir.
Anlatım özgürlüğünün yokluğu,
en üst dereceden özgürlük olarak nitelenir.
Gülünç seçimler, demokrasinin gerçekleşmiş en güzel örneği  olarak sunulur.
Bağımsız düşüncenin
yasaklanması, dünya görüşlerinin
en bilimseli olarak anlatılır. 
Askeri işgal, kardeşlik
dayanışması olarak lanse edilir.
Çünkü rejim, kendi yalanlarının tutsağıdır.
Her şeyi tahrif eder, değiştirir bu rejim.
Geçmişi de... Bugünü de... Geleceği de... İstatistikleri de...
Bireyler bütün bu yalanlara 
inanmak zorunda değillerdir.
Ancak inanıyormuş gibi yapmak
kendi haklarında daha hayırlı olur.
Bu nedenle, kendi içlerinde yalanı
kabul etmeseler de, yalanda
yaşamak zorundadırlar bu
rejimde...

Ama tekrarlıyorum:
Biz yalanda yaşamayacağız!
Yalanı gerçek saymayacağız.
Yüzde 49 bunun en açık işareti...
İyi ki Leonard Cohen var, sabah vakti ne güzel söylüyor.

Herkes biliyor
geminin su aldığını,
herkes biliyor
kaptanın yalan söylediğini,
herkes biliyor
zarların hileli olduğunu.

(HASAN CEMAL – T24)
Daha yeni Daha eski